27 Ekim 2015 Salı

Senle Ben

23 Ekim 2015 Cuma

ANTOINE DE SAINT-EXUPERY || KÜÇÜK PRENS



En bunaldığın anlarda aç rastgele bir sayfasını...


Çünkü " Küçük Prens " bir çocuk kitabının çok ötesindedir...


Kiminin başucu kitabı, kiminin pusulası, kiminin yol arkadaşıdır Küçük Prens.


Her okuyuşumda ayrı bir şey keşfederim. Asla sıradan değildir.

Nefes alan ve nefes verdiren kitaptır.


Bir çocuk kitabı denilse de, çocuklardan önce büyüklerin okuması gerektiğini düşünüyorum.


Çünkü her çocuk aslında küçük bir prens'tir. 


Küçük prens olmaktan onu alıkoyan ise büyüklerdir. 


Her yaşta bir kez daha okuyun. 


Yolunuzu bulmak için. 



Kitaba dair tek eleştirim elbetteki kitabın daha başında yazarın Atatürk'ten diktatör diye bahsetmesidir. Her ne kadar önceki çevirilerde Atatürk'ten "diktatör" diye bahsedilse de Cemal Süreya&Tomris Uyar çevirisi ile "dediği dedik Türk önderi" olarak çevrilmiştir.


Küçük bir not...


Kıyafet devrimi 1920'de henüz gerçekleşmemişti. 


Elbette yazarların çok kültürlü ve bilgili olmalarını bekleyemeyiz ama keşke araştırılıp yazılsaydı.


Daha kitabın ilk sayfalarında ufaktan öyle büyü kaçsa da Küçük Prens felsefesini asla gölgelememeli. 


Okunmalı. Okutulmalı.


.  

20 Ekim 2015 Salı

ARTISTRY DUDAK PARLATICILARI


Artistry’nin yeni dudak parlatıcıları zengin renk seçeneği, özel kremsi formülü ve parlak görünümüyle biz kadınları cezbediyor. 

Artistry'nin eşsiz dudak parlatıcıları ile dudaklar şimdi daha dolgun, pürüzsüz ve esnek. 

İçindeki Jojoba ve Avokado yağları dudakları yumuşatıp nemlendiriyor. Antioksidan özelliği olan E vitamini ise dudakları koruyor ve mükemmel görünmesini sağlıyor. 

Kremsi, parlak ve pırıltılı yapısıyla Artistry dudak parlatıcıları on muhteşem renk seçeneğiyle rengarenk bir dünyanın kapılarını aralıyor. 




Almak isteyenlere yardımcı olabilirim.


17 Ekim 2015 Cumartesi

ELIF KEY || BIZE IKI ÇAY SÖYLE


Hani bazı kitaplar vardır... 


Sarılıp uyumak istediğin.. Öpersin, koklarsın, gittiğin her yere götürürsün, tanıdığın tanımadığın herkese hediye edersin, herkes tanışmalı bu satırlarla dersin.. Hem okumak için bir an evvel sayfaları çevirirsin, hem bitecek diye korkarsın. 


İşte Elif Key böyle bir kitap yazmış. Ne de güzel yazmış, iyi ki yazmış, hep yazsın, hep..


Bazılarını birkaç kez okudum. Yavaş yavaş, sindire sindire.. Ve biliyorum ben yine okuyacağım. Dönüp dönüp okuyacaklarım var.


Sanki beni tanırcasına yazmış "anlatınca komik olmayacak"ı..:) 


Kitabın başında; "Umarım altını çizeceğiniz kıymette birkaç kelime, birkaç cümle vardır." demiş bütün mütevazilliği ile...


İçinde o kadar çok altı çizilesi cümleleri var ki.. Hangisini yazayım buraya.. Ayıramam ki birbirinden..


Ama yine de size bir kıyak:)


"Hayatın veremediği bütün sözleri sen vereceksin. Verdiğin sözleri hep sen tutacaksın. Çok kırılacaksın. Ondan beklemediğin ondan gelecek. Ama kursağında kalan sözleri hiç sarf etmeyeceksin."


Hala cüzdanında yara bandı taşıyanlara, kitap okurken altını çizenlere, vapura binenlere, anneannelere, çocukluğunun masumiyetine sımsıkı sarılanlara, 1 dakika ile otobüsü kaçıranlara, Berkin'e, "bugün de geçti" diyenlere, unutursak kalbimiz kurusun diyenlere, her şeye rağmen umudu olanlara....


Selam Olsun!!!!


İyi ki varsınız!!


İyi ki varız!!!


14 Ekim 2015 Çarşamba

BARIŞ BIÇAKÇI || ARAMIZDAKI EN KISA MESAFE



"Sanki bu dünyada ne olduysa siz yokken oldu bayım!"


İnci gibi dizilmiş, birbirine bağlanmış çocukluk anıları... 


Buruk, hüzünlü, dokunaklı... 


Ama en çok masum.. 


Boğazına yerleşen bir yumru ile okunan tanıdık anılar, yüreğe değen kalp kırıklıkları... 


Yeni dönem Türk Edebiyatında en beğendiğim yazarlarından Barış Bıçakçı... 


Sıcak, samimi, yalın, bizden.. 


Okuyunuz, okutunuz.



"Bir felsefeci ölü bulunduğunda akla gelecek ilk şüpheli elbette kafasındaki fikirlerdi."

"Bu dünyadaki hiçbir şey göründüğü hatta yaşandığı gibi değil, herşey hatırlandığı gibi."


12 Ekim 2015 Pazartesi

AHMET ALTAN || SON OYUN


Bu adam siyasete bulaşmasın, gazete çıkarmasın, insanlara iftira atmasın. Kendinden soğutmasın. 

Ama hepsini yaptı. 

********

Kendisi ile ben yıllar yıllar evvel denemelerinden oluşan Geceyarısı Şarkıları kitabı ile tanışmıştım.

Hala okumayanlarınız varsa yüzde 100 tavsiyedir, muhakkak okuyun. O kadar beğenmiş, etkilenmiştim ki sayesinde Anna Karenina, Peçorin Helen, Paris, İlyada, Madame Bovary, Aragon ile tanışmıştım. 

Heralde Ahmet Altan'ın şu ülkede birine bir faydası olmuşsa o da bana'dır sanırım:) Kendileri beni dünya klasikleri ile tanıştıran kişi olmuştur.

İsyan Günlerinde Aşk, Kılıç Yarası Gibi, Dört Mevsim Sonbahar, Sudaki Iz, Tehlikeli Masallar Altan'ın en beğendiğim, bir solukta okuduğum romanları olmuştur. 

Henüz bu kitaplar ile tanışmamış olanlarınız varsa okumanızı tavsiye ederim. Seversiniz. 

Lakin gel zaman git zaman çok şey değişti. Değerli birçok insanımız; gazetecimiz, askerimiz, Fenerbahçe'miz iftiralarla kumpaslarla isimleri lekelendi, cezaevlerine atıldı. Bazıları cezaevinde yaşamını yitirdi, bazısı onuruna yediremeyip intihar etti. Bu organize kumpasların medya ayağındaki isimlerinden biri olan Ahmet Altan ile bu yıllar içerisinde barışamadım, okuyamadım.

Ruhumu iyileştirmeye çalıştırdığım şu sıralarda kütüphanemde Zeynep'in geçen sene hediyesi olan yazarın son kitabı Son Oyun'u buldum. 

Yıllar sonra yine yeniden Altan'ı okumak. Eski bir mahallede eski bir dostla karşılaşmak gibiydi. Kırgınlık baki kalmış, belki tadı yakalamış ama sıcaklığı yitirmiştik.


Son Oyun...



Soluk soluğa okunan klasik bir Ahmet Altan romanı. Başlayınca bırakamıyorsunuz. Olay örgüsü kuvvetli, günümüz gerçekleriyle ustaca harmanlanmış, yer yer ülke geneline ayna tutan, erotik dozu yüksek, Tanrı’yla konuşmalar, hesaplaşmalar içeren akıcı bir kitap. 

Aşk ve cinayet. Altan'ın iki vazgeçilmezi üzerine kurgulanmış Son Oyun, şevkle başlanmış ama aceleyle bitirilmiş bir roman gibi geldi bana. Sanki bir 70-80 sayfa daha varmış da ama Altan'ın canı sıkılmış, "uff bu da çok uzadı, hadi artık bitsin" deyip hızlı ve eksik sonlandırılmış. 

Ünlü bir roman yazarı, yeni kitabını yazmak, herşeyden uzaklaşmak için  yolculuğa çıkar. Tesadüfen bulduğu bir sahil kasabasına giden uçakta tanıştığı Zuhal'le hayatı tamamen değişir. İçe içe geçmiş iki romanda yaşamaya başlar. Birincisi, kendisi için yazılan roman ( yani kader), ikincisi ise kendisinin yazdığı. Kasaba karışıktır. Günlük yaşam sürerken kasabanın iki seçkin adamı arasında devam eden iktidar mücadelesi başlar. Çatışma, korku, ölümler her geçen gün kasabada artmaktadır. Yazar iki gruba da ait değildir. Her iki tarafla da görüşür.

Bunları anlatırken sürekli Tanrı'yı sorgulayan bir adam, yazar. Tanrı'ya olan siteminden çok onu anlamaya çalışması demek daha doğru olur. Bazen Tanrı'ya kızıyor, asıl yazarın o değil Tanrı'nın olduğunu ve bu hayatı onun yazdığını söylüyor. Tanrı insanı yarattığında mı bu kibri, tutkuyu, yalanı ve güç savaşını verdi yoksa bu duyguları biz mi yarattık? Biz yaratmadıysak neden günah?

Son Oyun'u okurken aklıma hep Zülfü Livaneli'nin Kardeşimin Hikayesi geldi.

50 yaşını aşmış geçmişi, kendi gizemli iyi meslek sahibi bir adam. Herşeyden uzak küçük bir sahil kasabası.
İçi kitaplarla dolu güzel bir ev.
Her şeyi bilen, meraklı, etine dolgun temizlikçi kadın.
Güzel genç bir kadın (gazeteci/Zuhal)
Aşk...
Cinayet...

Karakterler, olay örgüsü, kurgu, sürpriz final çok benzer geldi. Iki hikaye benzer ilerledi.

Son Oyun Nisan 2013, Kardeşimin Hikayesi Mayıs 2013 basımlı.


Ön yargılarınızı bir kenara bırakırsanız sırf Tanrı ile konuşmaları için bile bu kitap okunmalı diyorum. Altı çizilesi çok pasaj, çok kıymetli satırı vardı.



İşte benim sizler için seçtiğim bir demet kıymetli cümleler...


"Tanrı tesadüfleri yaratıyor ama o tesadüflerin hangisini bir hayat tarzına çevireceğine dair kararı sana bırakıyordu.
Tesadüfleri o yapıyordu, boş bir ev gibiydi o tesadüfler, onların içini ben döşüyordum, herkes hangi boş evi seçeceğine ve içini nasıl döşeyeceğine kendi karar veriyordu. Seçtiğin ev orayı nasıl döşeyeceğini de belirliyordu." 

"Tanrı'nın yarattığı vahşi bir mizahla süslenmiş bu hayatta tesadüflerden başka bir şey yok. Tesadüfleri çıkardığınızda bu hayat bitiyor."

"Bana yaptığı için pişman olacak mı yoksa beni bir insanı öldürmem için mi yarattı, onu öldürtmek istiyorsa niye beni seçti, öldürtecekse niye yarattı?"

"Hayata dönmek istiyordum, beni beğenen biri beni yeniden insanların arasına döndürsün, bu fazlasıyla kendini beğenmiş kırılganlığın duvarlarını yıksın istiyordum."


"Kötüleri cezalandırırsan, kötülük hemen cezasını bulursa kimse kötülük yapmaz, hiçbir çıkar sağlayamacağı, hemen cezalandırılacağı bir kötülüğü yapacak ahmakları nereden bulacaksın, öylesini de yaratabilirsin tabii ama bütün kahramanların ahmak olursa kitabını kim okuyacak?"

"Sen bu kasabada yanında adamları olmadan dolaşan bir zengin gördün mü? Niye adam dolaştırır bir insan yanında? Korktuğundan. Korkan adam kimden üstün? Korkmayandan mı? Kibirleniyorlar, cezasını korkuyla ödüyorlar. Üsütn olacağım dedin mi korku da gelir pençelerini yakana geçirir. Kibrin cezaası korkudur. Üstün olmak için ihtiyacın olmayanı alırsın, sonra da kaybedeceğim diye korkarsın.

11 Ekim 2015 Pazar

694


Bu nedir mi?

7 Haziran'dan beri ölüm sayısı.

Evet, yanlış okumadınız.

Kaybettiğimiz insan sayısı.

Öldürülen insan.

İnsanımız.

Ne oldu da 7 Haziran'dan sonra tüm terör ve suç örgütleri coştu da katliamlar yapmaya başladı?

Her ölümlerin ardından Cumhurbaşkanı ve Başbakanı neden "400 verseydiniz böyle olmazdı", "7 Haziran'da halk bize tam yetki verseydi böyle olmazdı" diyor?


Bir 7 Haziran akşamınını hatırlayın..

Nasıl mutluyduk..

Uzun zaman sonra ilk kez umutluyduk..

Umutlu uyanmıştık..

Bu sefer oldu demiştik..

Aradan 4 ay geçti...

Bugün...

Öldük...

Öldük...

Daha çok öldük...

694 kere öldük...






3 Ekim 2015 Cumartesi

AMY ENGEL || KURUCUNUN KIZI



Heyyoo! Kurucunun Kızı'nın başladığım gibi bir günde bitirdim. 270 sayfalık bir kitaptı ama bir solukta okunacak kadar akıcıydı.
Sürükleyiciydi. Heyecanlıydı. 

Merak uyandıran bir başlangıç ve çıldırttan bir son!

O nasıl son öyleydi?! Ne yaptın sen Amy Engel? Hem de ilk kitabında:) Spoiler vermeden kitap hakkında yazmak baya zor.

Ama hadi biraz deneyelim:)

Kitap yayınevinin basın bültenlerinde "distopya" diye tanımlansa da ben pek distopya diyemem çünkü kuralları pek ağır değildi. Olsa olsa içine pembe kaçmış ucundan azıcık bir distopya olabilir:)



"Yalan söylemek istemeyen bir çocuk asla doğruyu söyleyemeyen bür kızla evlendi."

Nükleer savaş sonrası A.B.D. büyük ölçüde yok edilmiş, çok az insan hayatta kalmış. Geriye kalanları kimin yöneteceği konusunda çıkan savaşı kaybeden Kurucunun Kızı Ivy ve savaşı kazanan Başkanın Oğlu Bishop'un birbirlerine sorulmaksızın, tanımadan evlenmelerine karar verilmesiyle başlıyor kitap. 

Aslında bu ikisine özgü yapılmış bir olay değil. Barış(!!) ve kontrolü sağlamak için kaybeden tarafın kızları ile kazanan tarafın erkekleri 16 yaşlarına gelince eşleştirme yoluyla evlendiriliyor.

Sıra Ivy'e gelmişti. 
Ama Ivy'nin planı başkaydı. Ivy'nin mi yoksa ailesinin mi?

Bazı yerler yüzeysel kalsa da hikaye iyi kurgulanmış, İvy'nin içinde bulunduğu karmaşa, Bishop'un sakin ama kararlı duruşu çok güzel anlatılmış. 

Kitabın ana karakterleri çok .... Çok ne? Ben de bilmiyorum açıkçası. Mükemmel mi? Hayır. İlginç mi? Farklı mı? Yoo değil. Hatta fazlasıyla klasik. 
Nedeni her ne bilmiyorum ama ikisini de çok sevdim. 

Ivy 16 yaşında cesur, akıllı, güçlü bir kız. 
Bishop 18 yaşında dürüst, insanın sıkı sıkıya sarılmak isteyeceği bir karakter. 

Kitapla ilgili sadece iki eleştiri...

Yazarın anlatmak istediği yaşanılan dünyayı çok fazla kafamda canlandıramadım. Bu konuda kitabı biraz eksik buldum diyebilirim. 

Ivy'i bana 16 yaşında bir kız çocuğu gibi gelmedi. Daha çok 25 yaşında genç bir kadınmış gibi geldi.

Kesinlikle okunması gereken bir kitap. Hala okumayan varsa hiç tereddüt etmeden başlasın, asla pişman olmaz.

Benden söylemesi:)

1 Ekim 2015 Perşembe

Sen Bu Ekim'i Iyi Değerlendir:)