23 Temmuz 2015 Perşembe

TOMRİS UYAR || Aramızdaki Şey



"Insan önce renklerden başlamalı değişmeye... Yoksa kırmızıyı sevdiğimi kim söyledi?"

Yorgunum. Usandım. Umutsuzum. Dediğim şu günlerden geçerken elimdeki kitabı bırakıp, ben yine Tomris Uyar'a kaçtım. Yine o muhteşem kadına sığındım. 

Aramızdaki Şey yine bir Tomris Uyar klasiği. Kısa öyküler, ince kitap, altı çizilesi satırlar, içine işleyesi cümleler.

Abartısız, gereksiz meteforlarla seni yormayan yalın bir dil hakim. Kırmızı öyküler var. İlk öyküdeki kırmızı bir elbise sonrasında kırmızı başka anlamlarda yine yeniden anlam buluyor. Hem geçişken hem sarmal. Adeta bir sihirbaz gibi Tomris Uyar.

"Beni kendime ördüğüm kozanın dışına çıkarmaya çalışıyordun, farkındaydım. ... Belki bazı kişilikler, kozadan çıkmak istemiyorlardır; o, ölüm kozası bile olsa. Kimin hakkı vardı kişiyi kozasından çıkartmaya?"


"Sanki bu şehrin başına bir felaket gelmişti. Sanki herkes apar topar göçmeye hazırlanmış, o telaş içinde fazla yük olmasın diye başkalarının gözünde hiçbir değer taşımayan, yalnızca kendi geçmişini diri tutan ufak tefeğini alelacele elden çıkarmıştı."


"Sevilmemeyi rahatça kaldırabiliyorsun da sevilmek zor geliyor sana. Sen de bunu anlamıyorsun."

İmkanım olsa; herkesin Tomris Uyar'ın "Aramızdaki Şey" kitabını okumasını sağlardım. O kadar yani!

Keyifli okumalar 




8 Temmuz 2015 Çarşamba

BARIŞ BIÇAKÇI || VECIZ SÖZLER



"Herkesin cümlesi aynı bile olsa, öznesi farklı" diyenlerin hikayesi

Şimdiye kadar okuduğum tüm kitapları sanki bu romanı bulmak için okumuşum. 

Hani bazı kitaplar vardır; öpmek istersin. Sarılıp uyumak. Çay demleyip pencere kenarında saatlerce sohbet etmek. Birlikte seyahet etmek. İşte Veciz Sözler, böyle bir kitap.

İçine girip orada kalmak istedim. Yaşamak istedim. 

Kitabın konusuna gelirsek; Veciz Sözler bir radyo programı. Her sabah radyoda yayımlanan ve yurdun her yerinden insanların telefonla bağlanarak o günkü anahtar kelimeyi içeren sözler söylediği bir program. Anlatıcımız da bu programın sadık bir dinleyicisi ve Ankara’dan aradığını ve isminin Sulhi Saygılı olduğunu söyleyen, kendisi hakkında başka da bilgi vermeyen bir katılımcıyı kendi kurguladığı şekilde bize anlatıyor. Tabii bunu yaparken de Sulhi Saygılı’nın çeşitli kelimeler hakkında söylediği veciz sözlerden yola çıkıyor.

Bu anlatış Sulhi Saygılı’nın nasıl biri olduğunu tanımlamakla kalmıyor. Çocukluğundan başlayıp o güne kadar geçen zamandaki her şeyini anlatıyor. Aile ve okul hayatını, arkadaşlıklarını ve aşklarını, edebiyat merakını, hayat hakkındaki, insanlar hakkındaki düşüncelerini anlatıyor. 

Barış Bıçakçı hem iyi bir gözlemci, hem iyi bir anlatıcı. Yazarın bu kitabında da yine Ankara, edebiyat, dostluk, yalnızlık ve biraz garip ama güzel adamlar var. 

En kısa zamanda bu kitabı edinin ve okuyun. Barış Bıçakçı kesinlikle okunası, okunması gereken bir adam. 

Sadece Oğuz Atay 'dan bahsetmiş olması ve ona saygı duruşunda bulunması bile okunması için yeterli bir sebep.

Yeni başucu kitabımızı sizlerle tanıştırmaktan çok memnunum. Hemen alın, okuyun! 

Sen hep yaz, Barış Bıçakçı


5 Temmuz 2015 Pazar

SINAN AKYÜZ || ŞAHIKA FERAYE



Migren, hastalıklar, bazen dolu bazen boş koşuşturmalarım sebebiyle blog'a biraz ara verdim. Daha doğrusu boşladım 🙈 Sizinle görüşmediğimiz sürece kitap okumadım, sanmayın. Kitap okudum. Hem de bolcana. 

Instagramda yazdığımı buraya da yazayım. 

Edebiyat diye bir şey olmasaydı, huni takıp geziyordum şimdi. 

O yüzden iyi ki edebiyat var! Yaşasın edebiyat!!

*********

Bugün size Sinan Akyüz'ün Şahika Feraye'sinden bahsetmek istiyorum.

Evet, sıkı durun. Tek kelime ile 
 B-A-Y-I-L-D-I-M 

Migrenime rağmen elimden bırakamadım. Soluksuz okudum.  Yazarın dili inanılmaz akıcı, hikaye inanılmaz sürükleyici. Uzun zamandır bir nefeste kitap okumayı özlemiştim.

Kısaca konuyu anlatmak istersem şöyle...

Hikaye 1900’lü yılların başında Çanakkale Biga'da bir çiftlik evinde başlıyor. Çiftlikte sözü geçen, lafı dinlenen, erkek torun diye gelinini sürekli aşağılayan, cahil dindar bir hanım anne, Hacı Nine... Oldukça tutucu ve katı. İki kızı iki oğlu var. Kızları, annelerinin zoru ile evlenmişler ve çok mutsuzlar. Büyük oğlu Çakır Ağa, babadan kalma çiftliğinin idaresini en az babası kadar iyi yöneten, tahsilli olmamasına rağmen kendini yetiştirmiş okuma yazmayı öğrenmiş aydın kafalı sorumluluk sahibi bir baba ve eş. Karısını, annesine ezdirmeyen, eşi ve iki kızı ile mutlu bir hayat sürüyor. Küçük oğul Hasan  ipsiz, sapsız, haylaz, dik başlı, hovarda, bir baltaya sap olamamış, olmayı da düşünmeyen, başına buyruk bir adam. Hacı Nine'nin erkek kardeşi Cemal var. Balkan Savaşı'nı yaşamış uzun süre tedavi görmüş, yarım bir adam. Kafa yapısı olarak da ablasının tam zıttı. Üstelik Gülfem'e aşık. Gülfem mi kim? Gülfem çiftlik kahyasının kızı. 

Anlayacağınız kalabalık bir çiftlik evi. Kalabalık bir hikaye. Daha bir sürü karakter var. Herkes ayrı telden gibi gözükse de, gözükmeyen gizli bir düzen tutturulmuş gidiyor. 

Tüm bu anlatılırken arka fonunda 1. Dünya Savaşı yaşanmaktadır. Savaş başlamış, Osmanlı Devleti de Almanların yanında savaşa girmiştir. Tek tek kınalı kuzular savaşa yollanmış, önce bir iki mektup gelmiş sonra da şehit haberleri arka arkaya.. 

Çanakkale Savaşını ve Çanakkale neden Geçilmez'i Sinan Akyüz bize birebir yaşatıyor. Mustafa Kemal başarılarıyla adından söz ettirmeye başlarken, halk yavaş yavaş kurtuluş mücadelesini başlatmak için derinden derinden harekete geçiyor.

Çanakkale Biga'da başlayan hikaye iki kızkardeşin Ürdün'e gelin gitmesi ve orada yaşadıklarını anlatıyor. Kitabın yarısına gelene kadar kitabın ismi neden Şahika Feraye pek anlamıyorsunuz. -) Birbirinden hem bağımsız ve hem de birbirleriyle bir yerde bağlantılı birçok kişinin hayat hikayesini okuyorsunuz. 

Yazara dair eleştirim ve kafa karışıklığım şudur. Kitabın son üçte birlik kısmında roman içinde roman okur gibi oldum. Hatta 440. sayfadan itibaren romanın başlangıcındaki karakterlerin neredeyse hepsi yok oldu, sadece Feraye ve onun hayatı vardı.

Sanırım hikaye uzayınca sonunu iyi toparlayamamış. Finali sönük geldi bana. Palas pandıras yazılmış gibi geldi. Bir şeyler eksik kalmış gibiydi. 
Yazar keşke finalde Şahika'dan da bir satır da olsa bahsetseydi. 

Sinan Akyüz'ün Şahika Feraye'si bana İrfan Orga’nın Bir Türk Ailesinin Hikayesini çağrıştırdı. Seviyorum ben tarih, aşk kokan hikayeleri. Kurguyu değil gerçek yaşam hikayelerini seviyorum. 

Ilk kez Sinan Akyüz kitabı okudum. Bir daha okur muyum? 
Kesinlikle evet ✔️
Tavsiye midir?
Kesinlikle tavsiyedir. ✔️ 
Beğenir misiniz?
Beğeneceksiniz. ✔️ 

Kesin bilgi. 💯✔️

Su gibi yazmış. Su gibi okudum.

 “Kız haklı, diye karşı çıktı Mukaddes. ‘Dünya ilerliyor, biz yerimizde sayıyoruz. Çalışmak, okumak, bir meslek sahibi olabilmek için basit hakları elde edebilmek için çırpınıyoruz. Sence neden çırpınıyoruz? Çünkü önümüzde utanç verici bir engel var; Peçe ve Çarşaf! Bu ilkelliğe sonsuza kadar razı olacağımızı sananlar çok aldanıyorlar…”

Küçük bir spoiler; o hovarda küçük oğul Hasan. Ne işler açacak tüm ailenin başına , hep birlikte nefret edeceğimiz gerçek bir roman karakteri olacak.

2 Temmuz 2015 Perşembe

HALİT KAKINÇ || STRUMA