11 Temmuz 2014 Cuma

Ferzan Özpetek | İstanbul Kırmızısı




"Hiçbir şey aşktan daha önemli değildir." 

1976'dan beri İtalya’da yaşayan başarılı yönetmen Ferzan Özpetek’in ilk romanı İstanbul Kırmızısı akıcı dili ile bir anda okuyucuyu içine çeken konusuyla su gibi akıp giden bir anlatı-roman. Aslında bu roman, öykü gibi kısa bir film tadında bir kitap olmuş.

Kitap iki ana karakter "Adam ve Kadın" üzerinde ilerliyor. Adam, kendi yaşamıyla çoktan yüzleşerek kendisini bulmuş olan yazarımız ve Kadın, kendi gerçeğiyle yüzleşen, bununla yaşamaya ve kendine yeni bir yol bulmaya çalışan Anna...
Kadın ve adamın uçakta bir anlığına kesişen yolları, anlatılacak hikâyenin başlangıcı oluyor...

Adam’da  yönetmen-yazarımızın otobiyografik anlatımında tüm samimiyetiyle duygularını paylaşması, kişilerin ve olayların gerçekliğiyle ilgimizi çekiyor... İtalya'ya gidişini, ailesini, aşklarını, sinemanın yüreğine nasıl düştüğünü, eski İstanbul’u, yeni İstabul'u, Emek’i, Gezi’yi görüyoruz. 

Kadın karakter ise; İstanbul'da tesadüf eseri geçirilen bir kazada ortaya çıkan acı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan Anna kendini bizim “çapulcuların” arasında buluyor.. Gezi olaylarının eşliğinde kendi ile yüzleşme, kendi içsel yolculuğu başlıyor.

Adam ve Kadın ya da Anna ve Özpetek.. Bence birbirinin yansıması iki karakter ya da yönetmen yazarımızın karşı cinste yarattığı kendisi.. Neden mi? Annesini erken yaşlarda kaybeden ve çevresinde hiçbir rol model kadın olmadan büyüyen bir Anna ile babası ailesini terk ettiği için kadınlarla dolu bir evde hiçbir rol model erkek olmadan büyüyen yönetmen yazarımız..

Aşk, hüzün, kırılganlık, kaybolmuşluk, yeni bir yol/hayat arayışı, yüzleşme, ilişkiler, eski yeni, geçmiş geçmemiş tüm etkileyici duyguları adeta bir ressamın fırçasından çıkan önce etrafa saçılan renkler sonrasında çok güzel harmanlanmış bir şaheser gibi birarada bulabiliyorsunuz.. Bir rüya gibi sizde o rüyanın hem peşinden gidiyorsunuz hem de size de kendi iç yolculuğunuza başlama cesareti veriyor... Bu yüzden İstanbul kırmızısı için bir isyan ve direniş romanı da diyebiliriz...

Romanda altı kırmızı kalemle çizilesi şiir gibi cümleler akıyor...





"Ama şimdi biliyorum, aşkın ana noktası bu: akşamları kapıda bekleyen birinin olması. Seni kucaklayan birinin. Ebediyen değil, tek bir gün için bile olsa kolları arasında kendini yuvanda hissetmeni sağlayan birinin."

"Annem bu konuda haklıymış, aynı anda iki insanı sevmek mümkünmüş, bunu öğrendim. Olur kimi zaman; direnmek, yadsımak ya da mücadele etmek yararsızdır."

Gezi olaylarının geçtiği bölümlerde yazarın şu cümlelerini paylaşmak istiyorum. 

"Bize ne ad veriyorlar biliyor musun? Çapulcu. Oysa yıkmak, yok etmek isteyen biz değiliz ki; biz korumaktan yanayız."

Hiç beklenmedik bir anda gelen tesadüfi kaza ile ortaya çıkan sırlar, Anna'nın kendi ile hayatla yüzleşmesi...



"Ve tam o anda üç gencin bir sprey boyayla duvara bir grafiti yazdıklarını görüyor. Biri hızla ve büyük harflerle şöyle yazıyor: ‘’WHEN WAS THE LAST TIME YOU DID SOMETHING FOR THE FIRST TIME?" ’En son ne zaman bir şeyi ilk kez yaptın?' Ve  "Keep calm and start a revolution. Sakin ol ve bir devrim başlat!" 

İşte bir kadının o ana dek farkına bile varmadığı tek düze yaşamındaki birikmişlik, yaşanmamışlık... 


"Belki de hayatı eski bir giysi gibi üzerinden sıyırıp atmanın ve yeni baştan başlamanın zamanı gelmiştir..."

Yazarın kendi yaşamındaki devrimleri gerçekleştirmiş olduğunu yine kendi cümlelerinden anlıyorsunuz:

"Camileri tanıdım, kiliseleri tanıdım. Erkekleri sevdim, kadınları sevdim. Hele asileri, başını dik tutarak yürümeyi deneyenleri sevdim..."

Anna’nın, arkadaşından dinlediği teselli sözleri ise benim son dönemlerde yaşadıklarımdan olsa gerek beni çok etkiledi...
"Japonya’da kırık seramikleri onarırken kırığı örtmeye çalışmazlar, tam tersine onu vurgulamak için kırık yeri altınla doldurarak düzeltirler. Çünkü bir şey zarar gördüyse, bir öyküsü varsa bu daha güzel sayılır."

Ünlü yönetmen Ferzan Özpetek'in ilk romanı İstanbul Kırmızısı adeta bir "yüzleşme" ve okura da satır aralarından "kendini bul ve kendin ol!" diye haykıran bir kılavuz niteliğinde. 

Öyle naif ve şiirsel bir anlatımı var ki; herkesin ikinci bir şansı yakalayabileceğini, bunun için cesaretlendiren bir kitabın adı İstanbul Kırmızısı.. Ve tabii ki hiçbir şeyin aşktan daha önemli olmadığını bir kez daha anlıyoruz...

Son söz yine yazardan..

Anna aracılığıyla yazar okura yol gösteriyor...

"İstersen alabildiğine güneye git bedeninin konuşmasına izin ver ve onu dinle... Belki böyle bir yer sadece içimizde var. Orayı aramayı sürdürmeliyiz. Onu bulamazsak yaratmamız gerekir... Olduğumuz yerde hareket ederek ya da dünyayı gezmek için bavul hazırlayarak. Tek tek adımlarla..."

1 yorum: