30 Kasım 2014 Pazar

Erica Bauermeister || Baharat Kokulu Hayatlar



   Lillian henüz 4 yaşındayken babası onları terkeder. Annesi bu terk ediliş sonrasında kendini kitaplar dünyasına bırakır. Bütün gün sadece kitap okur ve kahve içer. Kızıyla hiç ilgilenmez, hatta Lillian 8 yaşına geldiğinde kendisi için hazırladığı özel kahveyi içerken annesi kızını farkeder ve "Ne kadar da büyümüşsün" der.


    Lillian annesinin girdiği bunalımdan çıkmasını 8 yaşında mutfağa girerek yaptığı yemekler, hazırladığı özel kahveler sayesinde gerçekleştiriyor.

    Aradan yıllar geçer ve artık Lillian usta bir aşçıdır. Emrinde pek çok çalışanın olduğu lüks bir restaurantı vardır. Her yıl yemek kursları düzenler. Dersler öyle pahalıdır ki; Lillian'ın kurslarında çiftlere rastlanmaz, çiftler kendi aralarında bir temsilci seçer.

    Açtığı yemek kursu ile birbirinden farklı karakterleri ve hayatları biraraya getiriyor. Bazen Lillian bazen kursiyerler birbirlerinin hayatlarına değiyor, birbirlerinin hayatlarında yeni bir pencere açıyor.

    Kitap bana biraz Küçük Mucizeler Dükkanı biraz İtalyanca Aşk Başkadır kitaplarını anımsattı. Küçük Mucizeler Dükkanı'nda örgü ile bağlanıyordu insanlar birbirine burada yemek yaparak. İtalyanca Aşk Başkadır'da da İtalyanca kursu etrafında birbirinden farklı karakterler biraraya geliyordu.

    Ben kitapta arkadaşlık, aşk ilişkileri, birbirine geçen insan ilişkileri görmedim. Betimlemeler çok boğucuydu, bazı yerlerde gereksiz çok uzun cümleler kurulmuş, öyle ki sonuna gelmeden başını unuttuklarım oldu.

    Getireceğim bir diğer eleştiri de anlatılan hayatların sanki bir kısmı eksik gibiydi. Sonlarınıçok iyi bağlanamadığını düşünüyorum. Bir Chloe'yı sevdim, onun devamını okumayı isterdim.

    Kitabın ön arka kapak tasarımı gayet başarılı, satış için harika cümlelerle bezenmiş, öyle ilgimi çekti de aldım ama gel gör ki işte bu kitap beni hayalkırıklığına uğrattı. Okurken beni çok sıktı. Hikaye ha topladı ha toplayacak derken bitsin artık diyerekten zar zor bitirdim. Genel olarak hiç beğenmedim..

     Dediğim gibi bu tür kitaplar okumak istiyorsanız Maeve Binchy'i tek geçerim. Onun neredeyse tüm kitaplarını tavsiye ederim.. Ama bu değil.. Hem orjinalleri okumak varken neden zoraki yazılmış çakmaları tercih edelim ki? 

     Bu kadar kitabı yerden yere vurduktan sonra kitapta beğendiğim bir bölüm var; onu sizinle paylaşmak istiyorum..

     
"Chole çalıştığı restauranta çok sakar bir garsondur. Lillian tesadüf eseri o restaurantta ona rastlar. Sakarlığını gördüğü halde ona kartını verir ve lokantaya uğramasını ister. Chole Lillian'ın lokantasına gittiğinde kendisinin sakarlığını gördüğü halde neden onunla çalışmak istediği sorar. Lillian bir süre seni burada yalnız bırakacağım, lütfen lokantayı dolaşıp incelermisin der ve mutfağa geçer. Chole lokantayı, masalarıörtüleri ve dekorasyonu inceler ve kendini lokantanın bahçe kısmında bir masada otururken bulur, Lillian gelir ve işte senin çalışacağın alan burası der ve sakarlık ta hiç yapmayacaksın der. Gerçekten Chole orda servis garsonu olarak o kısımda görev yaparken asla sakarlık yapmaz, çünkü ruhu lokantanın o kısmını sevmiştir..."

28 Kasım 2014 Cuma

Ahmet Ümit || Çıplak Ayaklıydı Gece

Yine yeniden kitaplar...
Yine yeniden eski hızıma kavuştum..
Yaşasın !!! 💙






Çıplak Ayaklıydı Gece, 12 Eylül darbesini yaşamış insanların hikayelerinin anlatıldığı bir Ahmet Ümit kitabı. Alışık olduklarımızdan değil. 9 kısa hikayeden oluşan bir kitap. 

12 Eylül darbesine direnen insanların gerçek hayatlarından kısa kesitler... İnançlarıyla hayatları arasında kalmış, gün yüzü görmeden kaçıp saklamaktan başka çaresi olmayan, düşüncelerinin gerçekleşeceği günün hayaliyle yaşayan insanların hikayeleri..  Aslında hepsinin düşlerinde özgür dünya.. 

Her hikaye kendi içinde farklı bir olay içeriyor... Korkular, kaçışlar, özlemler, cesaret, hayalkırıklıkları ve çelişkiler..

Ahmet Ümit'in diğer romanları ve hikayelerinde ortaya çıkardığı siyasi ruh bu kitapta daha egemen. O 12 Eylül'ü, -tabii ki- solcuların dilinden anlatmış. 

Şayet Ahmet Ümit okuru iseniz okuyun derim ama yazarın henüz hiçbir kitabını okumadıysanız ya da yeni okurlarındansanız; romanlarına öncelik verin derim.

Sonuçta; ben okurken sıkıldım... Bitsin diye sayfaları zar zor çevirdim...

Sizi en beğendiğim hikayeden bir alıntı ile -zaten kitabın arka kapak yazısında da o var- baş başa bırakıyorum..

"Büyük bir çatışma çıkmıştı kentte. Biz, insanlar, çiçekler, karıncalar, kuşlar, balıklar ve yıldızlar öldürülmesin diye sokaklara renk renk yazılar yazıyor, duvarlara afişler asıyorduk. Hepimiz gençtik; yaşlı olanlarımız da vardı aramızda ama hepimiz gençtik. Onlar, insanları, çiçekleri, karıncaları, kuşları, balıkları ve yıldızları öldürmek için çıkmışlardı sokağa. Hepsi yaşlıydı; genç olanları da vardı aralarında ama hepsi yaşlıydı. Ve hepsi silahlıydı. Çeşit çeşit sustalılardan otomatik tabancalara kadar bir iyice kuşanmışlardı silahlarını. Bir köşe başında bekliyorlardı bizi. Bekledikleri yerde karşılaştık. Belki daha elverişli bir köşe başı ve daha uygun bir zaman bulunabilirdi ama bu karşılaşma kaçınılmazdı. Çatışma uzun sürdü. Karanlık bir dönemin bitişinden karanlık bir dönemin başlangıcına kadar. Yenilmiştik. Yenileceğimiz belli değildi ama çok da şaşırmadık. Şimdi kaçıyorduk işte. Yakalanmamak için, yeniden dövüşebilmek için kaçıyorduk. Belki de bastığımız bu ham toprak İstanbulun karanlık, suskun sokaklarıydı. Bırakıp geride karımızı, çocuğumuzu, basılacak evimizi terk ediyorduk..."

20 Kasım 2014 Perşembe

Leyla Erbil || Tezer Özlü'den Leyla Erbil'e Mektuplar


        Öyle bi miskinlik var ki üzerimde...
        Sabahları yataktan kalkamıyorum, Gofret'i neredeyse öğlen dışarı çıkarıyorum, ne kitap okuyabiliyorum, ne yazıyorum, işim olmazsa hiç sokağa çıkmıyorum, yürüyüşleri bıraktım... 
        Yeni evden midir havalardan mıdır yoksa işsiz olmamdan mıdır, nerden bu miskinlik... 
       Bi yanım sonsuz huzur, bi yanım sonsuz sıkılıyor..
       İşte böyle medcezirler'deyim..
       
       Ha bugün ha yarın diye erteleye erteleye sonunda bugüne geldim. Gün itibariyle kendime söz verdim; yine yeniden daha çok okuyacağım ve yazacağım...



        Edebiyatımızın iki büyük yazarı Tezer Özlü ve Leyla Erbil'in mektuplarını yayınlamak üzere birbirlerine verdikleri sözün ürünü olan bir kitap. Tezer Özlü'nün yurtdışından Leyla Erbil'e gönderdiği mektuplar ve attığı kartlar Leyla Erbil tarafından kitap haline getirilmiş. Erbil, Tezer Özlü'nün vefatından 9 yıl sonra yayına hazırlamıştır. Kitabın başında, Leylâ Erbil’den, Özlü’yü tanıtan dört güzel yazı var. 

        Mektuplarda Tezer Özlü'nün Pavese hayranlığına, sadece baş harfi yazılarak eleştirilen yazarlara, Türk Edebiyatına karşı takındığı tavır, Berlin ve İsviçre'de yaşadığı döneme, boşandığı kocası Erden Kıral'a, çok sevdiği eşi Hans Peter'a, kızına ve ölümüne neden olan hastalığa kadar birçok ize rastlıyoruz. 
              
        "Bu adam benim ölümüm Leyla" diye tanıştırmış çok sevdiği eşini Tezer Özlü, Leyla Erbil'le.. En sevdiğini, aşk'ı böyle tanımlamak? Böyle tanıştırmak? Tuhaf... Yıllar sonra o adamın toprağında, onun kollarında, onun karısı olarak hayata veda etmek...

        Yüzümde gülümseme ile başladığım bu kitabı okudukça, gülümseme hüzne dönüştü. Özlü'nün önce memleket meseleleri ve özel yaşamı ile ilgili vermiş olduğu mücadeleler, sonrasında ise kanser ile mücadelesini okumak üzücüydü. 

        Hani bazı kitaplar vardır ya... Yavaş yavaş okursun.. Hissede hissede.. Dura Dura.. Bazen de ağlaya ağlaya.. İşte böyle bir kitap bu kitap.. Bazen mahremlerine girmek gibi geldi.. Rahatsız etti.. 
        Ama nasıl güzel dostlukları var Tezer Özlü ile Leyla Erbil'in.. Özenilesi.. Kıskanılası.. Bir mektup sonunu "çok sevgiler bir tek arkadaşım" diye bitirmiş Tezer Özlü.. Ne kadar içten ve samimi.. Olduğu gibi.. Gerçek...


         Üzerine acı serpiştirilmiş yazışmalar hepsi. 1 Mayıs 1977'yi "burası bizim yurdumuz değil ki, burası bizi öldürmek isteyenlerin yurdu" diye anlatır Özlü..

         Memleketin ve edebiyat dünyasının içinde bulunduğu durum kadar, İstanbul’dan uzak kalmak da üzüyor Tezer Özlü’yü. 

         Mağrur bir isyan taşıyıcısı Tezer Özlü’yü daha iyi tanımak ve yazarların iç dünyasına bir adım daha yaklaşmak için okunalası bir kitap.



       "bizler belki de kendi kendilerine yaşaması gereken, ama belki de toplumumuz buna elvermediği için evlilikler yapan kadınlarız" diyor Tezer Özlü, 3 Ocak 1985'te Zürih'te Leyla Erbil'e yazdığı mektubunda.

      
        Kendi toprağından umudu kesip bir umutla gittiği batı topraklarının, Özlü için zamanla nasıl bir hayalkırıklığına dönüştüğüne tanık oluyoruz.


         Bu mektupların her iki yazar için de kişiliklerini ortaya koyan bir ayna işlevine sahip olan bir anlatı. Hem zaten bir yazarı en iyi tanıyabileceğiniz satırlar, onun kurgusal metinleri değil bu gibi anlatılar, mektuplarıdır...