22 Haziran 2014 Pazar

Küçük Adam


      
      Bildiğim caddede yine yürüyorum; aynı sokaklar, aynı dükkanlar, aynı vitrin kızlar.. Yalnız bugün hava daha soğuk, cadde daha bir kalabalık... Gün artık bitmek üzere.. Güneş; birazdan bulutların arkasından süzüle süzüle bize veda edecek, yerini tüm karanlıkları kadife gibi örten karanlığa bırakacak.. Sonra karanlık, biraz aydınlansın diye , dünyanın bambaşka yerlerinde yaşayan bambaşka insanlara hayallerini çağrıştırsın diye geceye yıldızlar serpiştirecek... Sevdalılara umut olan ayışığı da sırayla kendini gecede gösterecek...
      Otobüs durağına doğru yavaş yavaş yürüyorum.. İnsanların bu kış gününde birbirlerine sarılmış oldukları gözüme çarpıyor... Sevginin, paraya tercih edildiği yeni globalleşen dünyamızda, bu sevgi dolu küçük sarılmalar beni şaşırttıyor... Ama içime nedensiz bir hafiflik de katıyor...Lakin çok geçmeden; havanın aşırı soğumuş olduğunu incecik kazağımın içinde buz kesen tenimden farkediyorum, bu beni çok fazla hayrete düşüren sarılışların da nedenini anlamış oluyorum...
       Ben de bu kargaşada kendime bir yer seçip; durağın kuytu köşesinde duruyorum... Herkes gibi bende bir an evvel eve gitme hayalleri kuruyorum... 
       İç içe birbirine karışmış insanlar, kaybolmuş hayatların içinde kaybolmuş, erken tüketilmiş sevdalar, adlarını bilmediğim kadınlar, erkekler dikkatimi çekiyor... Her zaman ki gibi yine hikayeler yazıyorum bu hayatların üzerine, yine senaryolar uyduyorum tükenilmişliğin üzerine...Ve yine her zaman ki gibi yazdığım hikayelerin gerçeğe çok yakın olduklarını da biliyorum... Ve bu içimi acıtıyor....
      Bu soğuk kış gününde bir taksi parası bulamayan ve evlerine üşümeden gidemeyen sokakta acılarla büyümüş küçük kadınlar elleriyle gözlerindeki kederi yok etmeye çalışıyor... Acılarla tecrübelerle kırışmış yüzler geçmişten, yaşanmışlıktan birçok iz taşıyor...  
      Şimdi bu küçük kadınlar; bekledikleri otobüsler gelince hemencecik evlerine gidicekler, üşümüş yüreklerini sıcak mutfaklarında yemekler yaparak, oraya buraya koşuşturarak geçirecekler...  Akıllarında hayata duydukları kırgınlıkları silerek, yeni bir kuşun doğuşu heyecanı misali kocalarını ve çocuklarını bekleyecekler... Kendilerini belki bir kez daha unutarak...
      Bir de bu küçük kadınların necip eşleri vardır... Üzerlerindeki pazar deri ceketleriyle, ütüsüz pantolonları, boyası silinmiş ayakabıları ve hiç o ağızlarından düşürmedikleri sigaralarıyla bekler... Onlar da evlerine götürecek otobüsleri bekler... 
      Bu küçük beyler; evlerine varınca hayata duydukları öfkeyi, parasızlığın getirdiği isyanı belki de bir kez daha eşlerine bağırarak çıkarırlar... Kimbilir belki de suçlunun aslında onlar olmadığını bile bile, içleri yana yana...
      Yürekleri geniş olduğu için mi yoksa kendilerini eşlerine muhtaç olduklarını hissettikleri için mi bilinmez bu küçük kadınlar eşlerini sus pus olup dinlerler.... Kendilerinin neler yaşadıklarını unutarak , onları haklı bulurlar, hatta destek bile olurlar... "Gelip, geçer bu günler "  bile diyebilirler...
        Muhtemelen çoğu evde yaşanan birbirinin benzeri senaryolar. Oyuncuları farklı olan filmin nedense yönetmeni, kareleri, hikayesi aynı , hiç değişmiyor... Masallar değişmez derler ama belki birgün sonları değişebilir... Neden olmasın?
        Bunlar aklımdan geçerken havanın iyicine soğuduğunu hissettim. İnsanlar bir oraya bir buraya koşuyorlar... Bir otobüs geçiyor, hemen tüm insanlar oraya koşuyor.. Bakıyorlar ki; o doğru otobüs değil, hemen yerlerine geri dönüyorlar... bu sefer bir başka otobüs geçiyor, hemen insanlar o yöne doğru koşuyor... Bir sağa, bir sola ; çizgi film kareleri gibi..
        Otobüs içlerinde de durum bir ayrı... Herkes birbirini itiyor, tutunmaya çalışanlar, arkaya geçmeye çalışanlar, cinsel sakatlıklar, kadınların hem ayakta düşmeden kalma çabaları hem de kendilerini korumaya çabaları, otobüs içinden birkaç klasik kare...
        Benim otobüs de hala gelmedi... Yanımda uzun boylu , hafif etine dolgun, saçlarının sarısı iki kilometreden de farkedilecek bir bayan var... Otobüslerin kargaşası bitince herkes pür dikkat bu bayanı izliyor. Ağzında cak cak çiğnediği arada bir de balon yaptığı cikleti  ve dağınık saçlarıyla etrafa eğlenceli görüntü sergiliyordu. İnsanların izleyişleri ne yazık ki kısa sürdü çünkü başka bir otobüs çoktan gelmişti ve insanların ilgi alanlarına şimdilik 19F otobüsü girmişti...
        Bu kargaşada yanımdaki adam bana dönerek; Göztepe ışıklardan geçer mi? diye sordu... Usulca hayır dedim..
         Ufak tefek bu ak saçlı adamı daha önce hiç farketmemiştim. O, küçük adam sigarasını tüttürürken şimdi, kimbilir neler geçiyordu aklından... Yaşadıkları boyundan büyük, acıları umutlarından küçük olan bu adamın gözlerindeki çaresizlik  anlatıyordu aslında herşeyi.. Yalnızlığı belki, belki yıllara rağmen süren hayat mücadelesini...
        Bir zamanlar ışıl ışıl olan gözleriyle şimdi uzaklara bakıyor; belki şarkıdaki gibi kaybolan giden yıllarını, belki de yaşanmamış aşklarını arıyordur... Ama sanırım bu küçük adam tüm bunların bir daha geri gelmeyeceğini artık farkındaydı.. Oysa gözlerinde hala gizli parıltılar vardı... Hala heyecanlı...
        Ben çevirdim hemen başımı, görsün istemedim yalnızlığımı... Onun heyecanından kendi umutsuzluğumdan utanmıştım... Ama geç kalmıştım.. O çoktan farketmişti.. Ben ne kadar onun gözlerinin içinden girip onu anlamışsa o da beni bir o kadar iyi anlamıştı...
        O içindeki acıyı göstermeyecek kadar yürekli küçük adam yürür yeni gelen otobüsün önüne... Kalabalığın arasına karışır, itişe kakışa biner... Silinmiş diğer hayatların içinde kaybolur gider...
        Görsem belki bir daha hatırlayamam... O, yalnızlığımı yüzüme vurmayacak küçük adam beni gördüğünde nasıl olsa saklanacak..

13 Ocak 2002 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder