Bildiğim caddede yine yürüyorum; aynı
sokaklar, aynı dükkanlar, aynı vitrin kızlar.. Yalnız bugün hava daha soğuk,
cadde daha bir kalabalık... Gün artık bitmek üzere.. Güneş; birazdan bulutların
arkasından süzüle süzüle bize veda edecek, yerini tüm karanlıkları kadife gibi
örten karanlığa bırakacak.. Sonra karanlık, biraz aydınlansın diye , dünyanın
bambaşka yerlerinde yaşayan bambaşka insanlara hayallerini çağrıştırsın diye
geceye yıldızlar serpiştirecek... Sevdalılara umut olan ayışığı da sırayla
kendini gecede gösterecek...
Otobüs durağına doğru yavaş yavaş yürüyorum..
İnsanların bu kış gününde birbirlerine sarılmış oldukları gözüme çarpıyor...
Sevginin, paraya tercih edildiği yeni globalleşen dünyamızda, bu sevgi dolu
küçük sarılmalar beni şaşırttıyor... Ama içime nedensiz bir hafiflik de
katıyor...Lakin çok geçmeden; havanın
aşırı soğumuş olduğunu incecik kazağımın içinde buz kesen tenimden
farkediyorum, bu beni çok fazla hayrete düşüren sarılışların da nedenini
anlamış oluyorum...
Ben de bu kargaşada kendime bir yer seçip; durağın
kuytu köşesinde duruyorum... Herkes gibi bende bir an evvel eve gitme hayalleri
kuruyorum...
İç içe birbirine karışmış insanlar, kaybolmuş hayatların
içinde kaybolmuş, erken tüketilmiş sevdalar,
adlarını bilmediğim kadınlar, erkekler dikkatimi çekiyor... Her zaman ki
gibi yine hikayeler yazıyorum bu hayatların üzerine, yine senaryolar uyduyorum
tükenilmişliğin üzerine...Ve yine her zaman ki gibi yazdığım hikayelerin
gerçeğe çok yakın olduklarını da biliyorum... Ve bu içimi acıtıyor....
Bu soğuk
kış gününde bir taksi parası bulamayan ve evlerine üşümeden gidemeyen sokakta
acılarla büyümüş küçük kadınlar elleriyle gözlerindeki kederi yok etmeye
çalışıyor... Acılarla tecrübelerle kırışmış yüzler geçmişten, yaşanmışlıktan
birçok iz taşıyor...
Şimdi bu küçük kadınlar; bekledikleri otobüsler
gelince hemencecik evlerine gidicekler, üşümüş yüreklerini sıcak mutfaklarında
yemekler yaparak, oraya buraya koşuşturarak geçirecekler... Akıllarında
hayata duydukları kırgınlıkları silerek, yeni bir kuşun doğuşu heyecanı misali
kocalarını ve çocuklarını bekleyecekler... Kendilerini belki bir kez daha
unutarak...
Bir de bu küçük kadınların
necip eşleri vardır... Üzerlerindeki pazar deri ceketleriyle, ütüsüz
pantolonları, boyası silinmiş ayakabıları ve hiç o ağızlarından düşürmedikleri
sigaralarıyla bekler... Onlar da evlerine götürecek otobüsleri bekler...
Bu küçük beyler; evlerine
varınca hayata duydukları öfkeyi, parasızlığın getirdiği isyanı belki de bir
kez daha eşlerine bağırarak çıkarırlar... Kimbilir belki de suçlunun aslında
onlar olmadığını bile bile, içleri yana yana...
Yürekleri geniş olduğu için mi yoksa kendilerini
eşlerine muhtaç olduklarını hissettikleri için mi bilinmez bu küçük kadınlar
eşlerini sus pus olup dinlerler.... Kendilerinin neler yaşadıklarını unutarak ,
onları haklı bulurlar, hatta destek bile olurlar... "Gelip, geçer
bu günler " bile
diyebilirler...
Muhtemelen çoğu evde yaşanan
birbirinin benzeri senaryolar. Oyuncuları farklı olan filmin nedense yönetmeni,
kareleri, hikayesi aynı , hiç değişmiyor... Masallar değişmez derler ama belki
birgün sonları değişebilir... Neden olmasın?
Bunlar aklımdan
geçerken havanın iyicine soğuduğunu hissettim. İnsanlar bir oraya bir buraya
koşuyorlar... Bir otobüs geçiyor, hemen tüm insanlar oraya koşuyor.. Bakıyorlar
ki; o doğru otobüs değil, hemen yerlerine geri dönüyorlar... bu sefer bir başka
otobüs geçiyor, hemen insanlar o yöne doğru koşuyor... Bir sağa, bir sola ;
çizgi film kareleri gibi..
Otobüs içlerinde de durum bir ayrı... Herkes birbirini
itiyor, tutunmaya çalışanlar, arkaya geçmeye çalışanlar, cinsel sakatlıklar,
kadınların hem ayakta düşmeden kalma çabaları hem de kendilerini korumaya
çabaları, otobüs içinden birkaç klasik kare...
Benim otobüs de hala
gelmedi... Yanımda uzun boylu , hafif etine
dolgun, saçlarının sarısı iki kilometreden de farkedilecek bir bayan var...
Otobüslerin kargaşası bitince herkes pür dikkat bu bayanı izliyor. Ağzında cak
cak çiğnediği arada bir de balon yaptığı cikleti ve dağınık saçlarıyla
etrafa eğlenceli görüntü sergiliyordu.
İnsanların izleyişleri ne yazık ki kısa sürdü çünkü başka bir otobüs çoktan
gelmişti ve insanların ilgi alanlarına şimdilik 19F otobüsü girmişti...
Bu
kargaşada yanımdaki adam
bana dönerek; Göztepe ışıklardan geçer mi? diye sordu... Usulca hayır dedim..
Ufak
tefek bu ak saçlı adamı daha önce hiç farketmemiştim. O, küçük adam sigarasını
tüttürürken şimdi, kimbilir neler geçiyordu aklından... Yaşadıkları boyundan
büyük, acıları umutlarından küçük olan bu adamın gözlerindeki çaresizlik
anlatıyordu aslında herşeyi.. Yalnızlığı belki, belki yıllara rağmen süren
hayat mücadelesini...
Bir
zamanlar ışıl ışıl olan gözleriyle şimdi uzaklara bakıyor; belki şarkıdaki gibi
kaybolan giden yıllarını, belki de yaşanmamış aşklarını arıyordur... Ama
sanırım bu küçük adam tüm bunların bir daha geri gelmeyeceğini artık
farkındaydı.. Oysa gözlerinde hala gizli parıltılar vardı... Hala heyecanlı...
Ben
çevirdim hemen başımı, görsün istemedim yalnızlığımı... Onun heyecanından kendi
umutsuzluğumdan utanmıştım... Ama geç kalmıştım.. O çoktan farketmişti.. Ben ne
kadar onun gözlerinin içinden girip onu anlamışsa o da beni bir o kadar iyi
anlamıştı...
O içindeki acıyı göstermeyecek kadar yürekli küçük adam
yürür yeni gelen otobüsün önüne... Kalabalığın arasına karışır, itişe kakışa
biner... Silinmiş diğer hayatların içinde kaybolur gider...
Görsem
belki bir daha hatırlayamam... O, yalnızlığımı yüzüme vurmayacak küçük adam
beni gördüğünde nasıl olsa saklanacak..
13 Ocak 2002
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder