30 Mart 2015 Pazartesi

Bir Demet Benim Kitaplarım

Öyle yorgun hissediyorum ki kendimi..
Hem de hiçbir şey yapmadan
Sonra diyorum kendime, sen Türkiye'de yaşıyorsun. O kadar sıkıldım, o kadar nefessiz kaldım ki.

Livaneli'nin Kardeşimin Hikayesi'ndeki gibi kendimi bir sahil kasabasında ya da Ada'da içi kitaplarla dolu bir eve kapamak istiyorum. Sadece okumak, okumak, okumak. Dış dünyaya tamamen kendimi kapamak.

Huzur...
Son dönemlerde ülkem ve Fenerbahçe'm için en çok özlediğim oldu.
Ve tabii ki kendim için de..

Son zamanlarda daha çok okur oldum. Belki kendimden kaçmak, belki de kendi sesimi duymamak için. Ya da başka hayatları okurken kendimi unutmak için.

Nedeni her ne ise, okumak bana iyi geliyor. 

İşte size son okuduklarım. Bir demet benim kitaplarım .)



Debbie Macomber'ın okuduğum  yedinci kitabı ve sevemediğim tek romanı oldu. Hiçbir sürprizi yok, nasıl mı? Şöyle...-)

Michael ve Hannah birbirlerini çok seven bir karı kocadır. Bebek sahibi olmayı bekledikleri dönemde Hannah'ın yumurtalık kanseri olduğunu öğrenirler. Hiç umut olmadığını bildiği için Hannah,  kocasının kendisinin ölümünden sonra geri kalan hayatını programlamaya çalışır. Hannah, Michael'a bir mektup bırakır ve mektupta eşinin yeniden evlenmesini istemektedir hem de kendisinin belirlediği üç adaydan biri ile. Hikaye burada başlıyor. 

Klasik Debbie kalemi; akıcı, yeniden başlayalım ve umut verici. Ama kitabın daha ortalarına gelmeden kimi seçeceğini anlıyorsunuz, o yüzden de bir esprisi kalmıyor. Beklenmedik hiç bir şey yok. Tüm seriyi bitirmek isteyenler okuyabilir, onun dışında zaman kaybı.



 
Ben hiç duymamıştım ama blog'unda paylaştığı "32'me doğru, garson ve mutlu...." yazısı ile üçyüz binden fazla okura ulaşmış. Ahh dilerim birgün ben de öyle bir okura ulaşırım. Öyle bir yazı yazabilirim.)

Fulsen Türker plazalarda tipik bir beyaz yakalı iken garsonluğa geçişini anlatıyor. Bu bir meslek değiştirme kitabı değil ya da Ferrari'sini Satan Bilge de değil.

Bu bir kadının kendini gerçekleştirebilme hikayesi. 

Bu kadar doğal, içten anlatmasını sevdim. Fulsen, yaşadıkları ile yaşadıklarımı düşündürdü. Yeniden süzdüm hayatımı. Hani ben böyle bir şey talep etmemiştim, gerek yoktu.. Hahah.. Şaka şaka. İyi ki yaptım dediklerim var. Neden yaptım dediklerim de. Ama hepsi benim.) Hepsi ben.

Kitapta yer yer çok uzattığını düşündüğüm, gereksiz geçmişe dönük bölümlerde olsa, yanınızda sürekli bir kahve bulundurarak okumanızı tavsiye ederim.)



Kesinlikle okumanız gereken eğlenceli bir kitap. Çok sabun köpüğü geldiği için başta almayı düşünmemiştim ama eğer okumasaydım eğlenceyi kaçırmış olacakmışım. 

Uzun zamandır böylesi gülerek kitap okumamıştım. Başladığınız andan itibaren klasik Türk aile yapısı içinde mücadele veren Efsun'un hayatına konuk oluyoruz. 

Hem çok gülüyorsun, hem de kendimizden çok şey buluyoruz. Tavsiyemdir, 30 Yaşında ve "hala bekar" Efsun'un hikayesini okuyun.


 
Bir kahve molasında okuyacağınız bir hikaye. Yazarın anlatım dili hoşuma gitti. 58 sayfalık kısacık bir kitapla ilgili ne söyleyebilirim, en iyisi sizinle kitaptan bir alıntı paylaşayım.

"Böyle olmasını istemezdim ama hep olurdu. Dünyanın bütün kızılderilileri yenilir, Spartakus kaybeder, gün batarken sararır, kuşlar döner, Sadri Alışık denilen hergele, her filminde ağlardı. O ağladıkça ben de ağlardım. Nedenimi bilmez ağlardım. Ağladıkça Sadri’ye kıl kapar gıcık olurdum. Üçüncü şahıs olarak kalışına, hep gidici kadınları sevişine, bu gidiciliklerin bir mecburiyet gibi duruşuna, Sadri’nin bu mecburiyetlere, giden kişinin özgürlüğü olarak bakıp, ona ihanet etmemek için kendine ihanet edişine.”


 
Ve Sabahattin Ali...
Benim güzel Sabahattin Ali'm...
Yalnız eserleri ile değil, kimliği ile de zamana karşı koyan bir isim. Yazdığı roman, öykü ve şiirleriyle ölümsüzlüğe ulaşmış çok değerli bir kalem. 

Sabahattin Ali okundukça tükenmiyor, tam aksine daha çok çoğalıyor, çoğaltıyor. Her bir kelimesi ile bu ülkenin gerçek bir hikayecisi. Kalemi öylesine naif, öylesine yalın, öylesine etkileyici.

Sırça Köşk; yazarın ilk olarak 1947'de yayımlanan son öykü kitabı. İçinde on üç öykü ve dört masal yer alıyor. Masal dendiğine bakmayın, Sabahattin Ali'nin masalları özellikle yetişkinlerin okunması cinsten. 

70 yıl önce yazılan hikayelere baktığında insan şunu soruyor kendine; "Peki ne Değişti?". Cevap hiçbir şey. Sanırım sadece isimler değişmiş, zihniyet aynı kalmış. Aynı yoksulluk, aynı hainlik. Toplumun aynasıdır Sabahattin Ali. Dünden bugüne hiç değişmedi. Sırça Köşk'ü muhakkak ama muhakkak okuyun. 
 
"Sakın tepenize bir sırça köşk kurmayınız.  Ama günün birinde nasılsa böyle bir sırça köşk kurulursa, onun yıkılmaz, devrilmez bir şey olduğunu sanmayın. En heybetlisini tuzla buz etmek için üç beş kelle fırlatmak yeter."

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder