Bir gün, Holden Caulfield gittiği üçüncü yatılı okuldan da kovulur ve böylece maceramız başlar.
Holden 16 yaşındadır. Farkındalığı yüksek, çevresinin ve insanların davranışlarını sürekli sorgulayan, anlamlar yükleyen ve sonra o anlamları eleştiren, çok fazla kafa yoran büyüme sancıları içinde bir çocuk.
Kendini arkadaşlarından farklı görüyor. Onlar gibi yüzeysel bakmıyor. Bu hem kendini özel hissettiriyor hem de bundan dolayı yalnız ve içten içe huzursuzluk hissediyor.
Çavdar Tarlasındaki Çocuklar, tipik bir Amerikan burjuvasinin içinde sıkışmış kalmış 16 yaşındaki bir ergenin onları, hayatı nasıl gördüğünü anlatan bir kitap.
Holden. Ne genç ne yetişkin. Arada sıkılmışlığı var. Hiçbir yere ait değil. Ne ailesine, ne arkadaşlarına, ne yeni tanıdığı yaşıtlarına, üç beş yaş büyüklere.
Holden, çağımızın yapmacık hayatından ölesiye tiksinmektedir. O sahte, kokuşmuş, birbirine benzer hayatların içinde samimiyetini ve masumiyetini kaybetmemiş bir çocuk.
Şimdi biraz Çavdar Tarlasındaki Çocuklar ile ilgili kısa bilgilenmeye..
Kitap ilk kez 1951 yılında basılmış. Amerika'nın bazı eyaletlerinde "ahlak dışı" "açık saçık" bulunduğu gerekçesiyle yasaklı kitap olmakla birlikte Amerika'nın liselerinde en çok okutulan kitap olma özelliği de taşımaktaymış. Her yıl yaklaşık 250.000 adet satılmaktaymış.
Kitap Jerome David Salinger'in tek romanı olma özelliğini taşımaktaymış.
John Lennon ve Kennedy'nin katillerinin üzerinden çıkan kitap'mış.
Ayrıca Komplo Teorisi filminde Mel Gibson'ın saplantılı olarak sürekli satın aldığı ama hiç okumadığı kitap'mış.
Kurt Cobain'in en sevdiği, Teoman'ın Gönülçelen şarkısına esin olan kitap'mış.
Kitap, ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap içerisinde ve aynı zamanda Dünya Edebiyatı En Iyi Giriş Cümlesi ünvanına sahip.
Konu özeti ve kitapla ilgili birbirinden ilginç bilgilerden sonra kendi yorumum efendim şöyle... Daha doğrusu bana hissettirdikleri..
Yazar sanki Holden ile beni bir odada baş başa bırakmış ve bir de üzerine kapıyı kilitlemiş. Holden de anlatmaya başladı. Anlattı da anlattı, hiç durmadan anlattı, soluk almadan anlattı, ben biraz dinlen, bi nefes al dedim, o devam etti. Ben yoruldum, o yorulmadı. Bazen sıkıldım. Bazen dinlemedim. Aynı şeyleri tekrarlıyorsun, hadi geç bunları dedim, o anlattı da anlattı. Konuyu dağıttı, çok detaylara girdi, bazen beni bunalttı.
Ama sonra anlattı ya kızkardeşini.. Allie'yi.. Masumiyetini, şefkatli halini, o güzel kalbini gördüm. Sevdim. O hiçbir şeye ait olamamasına acıdım. Öyle hissetmesine üzüldüm.
Ben anlattıklarını değil ama sanırım Holden'i sevdim.
Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitabın içinde olduğunu düşünmüyorum ama sırf yukarıda belirttiğim ilginç özelliklere sahip olduğu için okunmalı diyorum.
"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabileyim istiyorsanız, o kitap gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder