28 Şubat 2016 Pazar

ZÜLFÜ LİVANELİ || BİR KEDİ, BİR ADAM, BİR ÖLÜM



Merhaba, blog dünyası :)


Bir süredir okuduklarım hakkında buraya yazmadığımın farkındayım. Ancak bu kitabı okuduktan sonra yorum yapmamak, üzerine söz söylememek, kalem oynatmamak haksızlık olacaktı.


12 Mart rüzgarında İstanbul'dan Stockholm'e sığınmak zorunda kalan sürgündeki Sami Baran'ın hikayesini konu alan Bir Kedi, Bir Adam, Bir Ölüm. 


Yaşadığı acılardan, içine düştüğü boşluktan hayatta yolunu kaybetmiş Sami Baran hayal mı gerçek mi diye ayırt edemediği sanrılarından kurtulmak için hastaneye yatar. Ve orada kendisini ülkesinden sürgün ettiren, tüm bunların sorumlusu olarak gördüğü eski bakanla karşılaşır. Çeşitli politik sebeplerden ötürü farklı ülkelerden gelen diğer mültecilerle birlikte onu öldürme planı yaparlar. 

Öykünün bir karakterin bir de yazarın ağzından anlatılarak yazıldığı çift anlatım sayesinde kitap akıcı bir şekilde ilerliyor ve okunası keyifli bir hale geliyor. İki farklı anlatım, iki farklı son. 

Affetmek mi intikam mı? 
Ülkelerine dair yaşadıkları hayal kırıklıklarına rağmen gitmeye zorlandıkları medeniyetin merkezi Avrupa ülkelerinde umduklarını bulabiliyorlar mı? 
Ya mutluluk? 

Ait olma duygusu? 


Galiba sürgündeki insanlar için en acı şey bu olmalı.... Hiçbir yere ait olamama duygusu. Ne kendi ülkene, ne senden ileride olan o ülkeye. 


Sanırım beğensek de beğenmesek de dünyadaki herkes doğduğu topraklara ait. 

Genelde anlatımını beğenmediğim Livaneli'yi bu kitapta çok beğendim ve hiç düşünmediğiniz konuları düşündürttüğü ve hissettirdiği için bu kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum :)


Keyifli okumalar !

 

11 Şubat 2016 Perşembe

CELESTE NG || SANA SÖYLEYEMEDİĞİM HER ŞEY


"İnsan zaten hayatta asla istediğini elde edemezdi. Tek yapabildiği şey, onsuz da idare etmeyi öğrenmekti." 


Amazon'da yılın en iyi kitabı seçilen Sana Söyleyemediğim Her Şey; ülkemizde sevgili martı yayınları tarafından dilimize çevrilmiş. Kitap kısa süre içerisinde ülkemizde de kulaktan kulağa duyularak çok okunanlar listesinde girmeyi başardı.


Sana Söyleyemediğim Her Şey; bir aile draması, bir ötekileştirme, sosyolojik psikolojik bir kendini sorgulama hikayesi. 

Amerikalı anne Marilyn, Çinli baba James, babalarına benzediği için sürekli dalga geçilen, aşağılan hatta anne babaları için bile varlıkları yoklukları bir olan büyük çocuk Nath ile küçük çocuk Hannah.... Ve annesinin gözlerini alan ortanca çocuk Lydia... 


Kendi gerçekleştirememiş hayallerini Lydia üzerinde deneyen, zorlayan anne baba... Her söylediklerine evet diyen, tanıdıklarını sandıkları kızlarını aslında hiç tanımadıklarını fark eden anne baba.. Unutulan iki kardeş... 


Kitap sondan başa giden bir anlatıma sahip. Yalın ama dopdolu. Aynı paragrafta hem Lydia'nın iç sesini okurken, hem Nath'in iç sesini okuyabiliyorsunuz. Beş ana karakterin dün bugün olarak iç sesini eşit olarak vermiş yazar. Bu gel gitli anlatım hem hoş hem yorucuydu ama tüm karakterleri anladım, tanıdım. 


Bazen kalpten geçirdiklerimizle ağzımızdan çıkan cümleler birbirinden ne kadar farklıdır. Tam ağzına gelir, söylemek istersin ama bir de bakarsın ki söylemek istediğinin tam zıttı çıkmıştır. Bazen kimselerin görmediğini sen görürsün. Kimse fark etmez ama sen bilirsin. Söyleyemezsin... Kendi algına göre akıl yürütürsün. Başkaları adına karar verirsin.

İç hesaplaşmalar, kayıplar, kaçırdıklarımız, hayallerimiz, hatalar, geri dönüşü olmayan sözler, kimde ne ızı bıraktığımızı bilmeden geçen hayatlar...


Kitap okumayı sevmiyorsanız dahi şayet ebeveyn iseniz bence bu kitabı okumalısınız. Ebeveyn değilseniz dahi muhakkak okuyunuz. 


Muhteşem bir kurgu, dopdolu anlatım.

Söylemek istediğiniz her ne varsa söyleyin, yarın çok geç olmadan...


6 Şubat 2016 Cumartesi

TESS GERRİTSEN || ÇIRAK - GÜNAHKAR


Selam millet! Dışarısı kar, buz, yağmur, çamur, fırtına ama ev öyle mi? Sıcak çikolata tadında ohh mis:)

Instagram aleminin "tess'i okumalısın", "aa hala okumadın mı", "hemen başlamalısın" diye tavsiyelere boğduğu Tess Gerritsen ile tanışmamız serinin ilk kitabı Cerrah'la olmuştu. Cerrah'ın yorumu birkaç yazı öncesinde yer alıyor, bugün size Çırak ve Günahkar'dan bahsedeceğim, kısa kısa. 


Polisiye tıbbi gerilim tarzındaki serinin ikinci kitabı Çırak okundu bitti, efendim.


Biliyorsunuz; ilk kitap Rizzoli'nin seri katil Cerrah'ı yakalaması ile son bulmuştu. Rizzoli, her ne kadar onu içeri tıkmayı becermiş ve üzerinden bir yıl geçmiş olmasına rağmen zihninin bir köşesinden atmayı başaramamıştı. İçten içe içini, beynini kemiren cerrah'ın izlerinden kendini kurtarmaya çalışsa da, cerrah hapishanede dahi olsa kontrolün hala kendinde olduğunu Rizzoli'ye göstermekte gecikmez. 
Rizzoli, ortaya yeni çıkan yeni bir seri katılın peşine düşer, düşer düşmesine de bu yeni katilde hep Cerrah'ın izlerini görür. Bu sırada soruşturmaya tepeden FBI'nin adamı Dean'in atanması ile hem kafası karışır hem de hikaye daha yaşanılır hale gelir:)


Çırak; heyecanı ve adrenalini yüksek ama pek korkutucu olmayan bir kitaptı. Yazarın ilk kitabında olduğu gibi son 20 sayfaya kadar hikaye belli bir dengede gidiyor ve çözüm hızlı bir şekilde son 20 sayfada gerçekleşiyor. Açıkçası ben Çırak'ı Cerrah'tan daha çok sevdim. Bu tarz sevenlere tavsiye ederim.



Ve serinin 3. kitabı, Günahkar.


Tess Gerritsen'e ait okuduğum üç kitap ışığı altında sizlere kısa bilgi vereyim. 


Serinin ilk kitabı Cerrah'ta 5 polis dedektifi seri bir katılın peşine düşüyordu. Rizzoli ve Moore ön plandaydı, Dr.Isles yoktu. 


İkinci kitap Çırak'ta Dr.Isles ile tanıştık ama ağırlıkta Rizzoli vardı, onun geçmişi, ailesi, aşkı vs... 


Üçüncü kitap Günahkar da bu sefer esas karakterimiz Dr.Isles oldu. Onun geçmişi, ailesi, eski kocası falan.. 


Sanırım herkesin bahsettiği o Rizzoli&Isles ikilisi dördüncü kitapta tamamen karşımıza çıkacak çünkü şu ana kadar ikili olmaya dair herhangi bir şey hissedemedim.


Günahkar'a gelirsek; manastırın avlusunda biri ölü biri ölümle pençeleşen iki rahibe bulunur. Bir başka gün başka bir yerde benzeri şekilde öldürülen bir kadın cesedi daha bulunur. Yalnız bu kadının elleri ve ayakları bedeninden kesilmiştir. Ve yüzü alınmıştır !!!! 


FBI olaya dahil olur, Dr.Isles'in eski kocası ortaya çıkar ve olaylar olaylar :)


İyi bir cinayet romanı. Heyecanlı. Bazı yerleri insanın midesini kaldıran cinsten. Bol kan var. 


Yalnız....


Güzelim kitabı berbat bir çeviri ile Martı yayınevi mahvetmiş. Adeta Samanyolu Tv'de kovboy filmi izler gibi okudum. "Secdeye yatar gibi", "temizlik imandan gelir", "kapının orada bulunan ceset ambulansa konulurken kollarını oynatıyormuş" ???? Nedir allasen?? Anlam kaymasına sebep verecek dilbilgisi, imla hataları vardı. 


Yani çeviriye takılmazsanız, tavsiyedir. Tess Gerritsen bana kalırsa ya başka yayınevinden ya da orjinalinden okunmalı der, hepinize bol okumalı keyifli bir haftasonu dilerim:)))


1 Şubat 2016 Pazartesi

SARAH JIO || YEŞİL DENİZ KABUĞU


"İnsan hala gerçek olmasını istediği bir rüyaya nasıl veda edebilirdi ki."


Bir Sarah Jio kitabı daha bitmişti. Ama finali böyle mi olmalıydı? Böyle mi bitmeliydi, bilemedim. Gereksiz uzatılmış gibi geldi bana ama gelin konuya bir bakalım:)


Yazarın kalemine alışık olan biz bazı okuyucular için bir Sarah Jio kitabı okumaya başladığımız zaman baştan birçok şey belli oluyor. 

Olayların akışı, kurgusu, nasıl gerçekleşebileceği tahmin edilebilir oluyor. Hatta yaratılan baş kadın karakterlerin meslekleri dahi tahmin edilebiliyor. Çünkü günümüz hikayesindeki kadınlar ya yazar oluyor, ya dergide ya gazetede çalışan gazeteciler oluyor. Bu sefer kadın karakterimize payına dergide çalışmak düşmüş, what a surprise :)

 
Geçmiş ile geleceğin yine içiçe işlendiği bu hikayede Kailey'in hayatına, aşkına misafir oluyoruz. 

20'li yaşlarda fırtına gibi esen bir gençlik aşkı. Sonra bir anda kaybolan esrarengiz sevgili. Tam hayatımı yeniden kurdum dediğin anda ortaya çıkan geçmiş ve buldum derken kaybedilen mutluluk... 



Bir Sarah Jio klasiği olarak su gibi akıp giden sayfalar ve bitmeden elinizden bırakamayacağınız bir kitap daha; Yeşil Deniz Kabuğu.


Dili oldukça akıcı, yalın ve sürükleyici. Sizi bulunduğunuz konum ve duygudan alıp kendi dünyasına götürebiliyor. 

Kailey ile çıktığımız bu zamanlar arası yolculukta, geride bıraktıklarımızı, hayatımızdan silinip gidenleri ve kendi geçmişimizi düşünmemizi sağlıyor. 

Biraz neşeli biraz buruk sıcacık bir aşk hikayesi Yeşil Deniz Kabuğu...

Diyeceklerim bu kadardır der hepinize Mutlu bir ay dilerim:) 

"Yirmili yaşlarda hayat daha kolaydı. Özellikle de konu aşk olduğunda. Biriyle tanışıyordun, sen onları seçiyordun, onlar seni seviyordu. Birlikte dünyayı fethedebilirdiniz. Paris'e taşınabilirdiniz. Bir sürü çocuk sahibi olabilir veya çiftçilik yapabilirdiniz. Günlük tuttuğunuz zamanlarda yazdığınız her şeyi yapabilirdiniz. Hayaller, parlak, çarpıcı renklerde yaşanacaktı. Hayat sizindi ,ikinizindi. Her şeye birlikte göğüs gerip birlikte yaşayabilirdiniz. Hayatınızı birine bağlardınız ve gerisi önemini kaybederdi."