29 Ağustos 2015 Cumartesi

J.D.SALINGER || ÇAVDAR TARLASINDA ÇOCUKLAR



"Sakın kimseye bir şey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra.
"


Bir gün, Holden Caulfield gittiği üçüncü yatılı okuldan da kovulur ve böylece maceramız başlar. 

Holden 16 yaşındadır. Farkındalığı yüksek, çevresinin ve insanların davranışlarını sürekli sorgulayan, anlamlar yükleyen ve sonra o anlamları eleştiren, çok fazla kafa yoran büyüme sancıları içinde bir çocuk. 

Kendini arkadaşlarından farklı görüyor. Onlar gibi yüzeysel bakmıyor. Bu hem kendini özel hissettiriyor hem de bundan dolayı yalnız ve içten içe huzursuzluk hissediyor.

Çavdar Tarlasındaki Çocuklar, tipik bir Amerikan burjuvasinin içinde sıkışmış kalmış 16 yaşındaki bir ergenin onları, hayatı nasıl gördüğünü anlatan bir kitap.

Holden. Ne genç ne yetişkin. Arada sıkılmışlığı var. Hiçbir yere ait değil. Ne ailesine, ne arkadaşlarına, ne yeni tanıdığı yaşıtlarına, üç beş yaş büyüklere.  

Holden, çağımızın yapmacık hayatından ölesiye tiksinmektedir. O sahte, kokuşmuş, birbirine benzer hayatların içinde samimiyetini ve masumiyetini kaybetmemiş bir çocuk. 




Şimdi biraz Çavdar Tarlasındaki Çocuklar ile ilgili kısa bilgilenmeye..

Kitap ilk kez 1951 yılında basılmış. Amerika'nın bazı eyaletlerinde "ahlak dışı" "açık saçık" bulunduğu gerekçesiyle yasaklı kitap olmakla birlikte Amerika'nın liselerinde en çok okutulan kitap olma özelliği de taşımaktaymış. Her yıl yaklaşık 250.000 adet satılmaktaymış. 

Kitap Jerome David Salinger'in tek romanı olma özelliğini taşımaktaymış. 

John Lennon ve Kennedy'nin katillerinin üzerinden çıkan kitap'mış. 

Ayrıca Komplo Teorisi filminde Mel Gibson'ın saplantılı olarak sürekli satın aldığı ama hiç okumadığı kitap'mış.  

Kurt Cobain'in en sevdiği, Teoman'ın Gönülçelen şarkısına esin olan kitap'mış.

Kitap, ölmeden önce okunması gereken 1001 kitap içerisinde ve aynı zamanda Dünya Edebiyatı En Iyi Giriş Cümlesi ünvanına sahip.

Konu özeti ve kitapla ilgili birbirinden ilginç bilgilerden sonra kendi yorumum efendim şöyle... Daha doğrusu bana hissettirdikleri..


Yazar sanki Holden ile beni bir odada baş başa bırakmış ve bir de üzerine kapıyı kilitlemiş. Holden de anlatmaya başladı. Anlattı da anlattı, hiç durmadan anlattı, soluk almadan anlattı, ben biraz dinlen, bi nefes al dedim, o devam etti. Ben yoruldum, o yorulmadı. Bazen sıkıldım. Bazen dinlemedim. Aynı şeyleri tekrarlıyorsun, hadi geç bunları dedim, o anlattı da anlattı. Konuyu dağıttı, çok detaylara girdi, bazen beni bunalttı. 
Ama sonra anlattı ya kızkardeşini.. Allie'yi.. Masumiyetini, şefkatli halini, o güzel kalbini gördüm. Sevdim. O hiçbir şeye ait olamamasına acıdım. Öyle hissetmesine üzüldüm. 

Ben anlattıklarını değil ama sanırım Holden'i sevdim.

Ölmeden önce okunması gereken 1001 kitabın içinde olduğunu düşünmüyorum ama sırf yukarıda belirttiğim ilginç özelliklere sahip olduğu için okunmalı diyorum. 

"Bir kitabı okuyup bitirdiğiniz zaman, bunu yazan keşke çok yakın bir arkadaşım olsaydı da, canım her istediğinde onu telefonla arayıp konuşabileyim istiyorsanız, o kitap gerçekten iyidir. Ama öylesi pek bulunmuyor."

27 Ağustos 2015 Perşembe

SARAH JIO || GÜNDÜZSEFASI


Şikayet etmeden, pişmanlık duymadan, hala hayallerin peşinden koşmaya inanıyorum 

Evet, yine bir Sarah Jio kitabı ile biraradayız. Gündüzsefası, Sarah'ın okuduğum 6.kitabı. Her yazarın bir tarzı vardır. Ki daha önceki yazılarımda da defalarca belirttiğim gibi; Sarah Jio, geçmişteki bir sır perdesine sahip olayı, günümüzde araştırma şansına sahip acısı olan meraklı biriyle harmanlıyor ve bir şekilde hayatın zorluklarının üstesinden gelebileceğimizi söylüyor. 

Gündüzsefası'nda yazar, Seattle'ın meşhur "Yüzen Evlerinde" 50 yıl arayla yaşanan 2 farklı olayı ve birbiriyle olan bağlarını anlatıyor.

İçinde bulunduğu depresyondan ve yaşadığı büyük bir trajedinin  izlerinden kaçmak isteyen Ada, New York'tan Seattle'a giderek bir yüzen ev kiralar. 

       Seattle - Union Gölü - Yüzen Evler


Ada evinde eski bir sandık bulur. Sandığın Penny Wentworth’a ait olduğunu öğrenir. 

Ada Penny'nin bir gece ortadan kaybolduğunu ve ondan bir daha haber alınamadığını öğrenince şaşırır. Ada diğer ev sakinlerine Penny’e ne olduğunu sorduğunda hiç kimse konuşmak istemez. Tekneler Caddesi sakinleri yıllar önce bir anlaşma yapmış ve sırlarını koruyacaklarına dair söz vermişler. Ada araştırma ihtiyacı hisseder. Böyle böyle hikaye ilerliyor.

Ada, Penny'in gizemini çözmeye çalışırken, kendi geleceğini ördüğünün farkında değildir.

Her ne kadar en çok eleştirdiğim Sarah Jio'nun hep aynı tarzda yazması olsa da, ben sevdim bu hikayeyi-) İnsanın içine işleyen bir yanı vardı. Sıcacık. Daha ilk sayfalarından sizi içine alıyor. Okurken kendimi Tekneler Caddesi'nde Penny'nin evinin verandasında hissettim.  

Kitaba dair tek eleştirim; sonuç kısmının bazı bazı mantığa oturmaksınız çok hızlı ilerlemesi idi. Kitabın son 10 sayfasında hem çok acemice bağlamalar hem çok hızlı geçişler olduğunu gördüm. 

Tek spoiler, Collin'e dair finali gereksiz buldum. 

Tekneler Caddesi'nden Esther Johnson'a selam etmesini sevdim.

Belki hep aynı tarz okumaktan sıkılan birisiniz. Belki Sarah Jio'yu sevmiyorsunuz bile. Ama şunu bilmelisiniz ki, bu kitabı okurken bunu önemsemeyeceksiniz; çünkü gerçekten çok güzel.

Tenime değen bir meltem rüzgarı gibiydi Gündüzsefası. Iyi ki okumuşum.

Sevgiyle kalın! 





25 Ağustos 2015 Salı

JEANNETTE WALLS || ATLAR KADAR ÖZGÜR

                                 



        "Tanrı bize farklı oyun kağıtları dağıtır. Onlarla nasıl oynayacağımız bize bağlıdır."


Bu azmin, mücadelenin, cesaretin hikayesi.
Bu hayatın tüm zorluklarına direnen bir kadının hikayesi.
Bu 'sorunlarda kaybolma, hemen çözüme odaklan' ın nasıl olabileceğinin hikayesi.
Bu Lily Casey Smith'in herkese örnek olması gereken gerçek yaşam öyküsü.


Jeannette Walls'ın büyükannesinin hayat hikayesini kaleme aldığı Atlar Kadar Özgür 1901 yılında Teksas'ta başlıyor. 6 yaşından itibaren babasına yabani atları ehlileştirme konusunda yardım etmeye başlıyor. Sadece bu kadarla da sınırlı kalmıyor; tavukları yetiştiriyor, yumurtaları topluyor, kasabaya götürerek onları satıyor, çiftliği babasıyla birlikte çekip çeviriyor. 12 yaşına geldiği zaman nihayet gerçek bir okula gidiyor. Fakat bu macerası ne yazık ki kısa sürüyor. Babası 4 köpek satın aldığı için okulun parasını ödeyemiyor ve çiftliğe geri dönmek zorunda kalıyor.

15 yaşına geldiği zaman öğretmen olmak için beş yüz mil ötedeki bir kasabaya doğru atıyla tek başına gidiyor. Yolculuk tam 28 gün sürüyor! Yaşı çok küçük olmasına rağmen güçlü karakteri, dimdik duruşu, umudu ve tabii ki atlardan öğrendiği dayanıklılıkla kendini tüm kötülüklerden koruyor.

Lily Casey Smith'in tüm hayatı yabani at ehlileştirmesinden, biniciliğe, sığır yetiştiriciliğine, iyi poker oyunculuğundan kaçak içki satıcılığına, hizmetçilikten öğretmenliğe kadar pek çok işte geçiyor.

Hayatta karşılaştığı tüm zorluklar rağmen asla umuzluğa kapılıp kendini kaybetmiyor. Sorunlara takılmadan hemen çözüme odaklanıyor. Kapanan her bir kapının ardından kendine hemen yepyeni kapılar kapılar açıyor. Ne olursa olsun hayattan keyif almasını biliyor. Dayanıklı, güçlü, ne istediğini biliyor ve hiçbir şeyin ya da hiçbir kmsenin kendisini engellemesine izin vermiyor.

Sel baskınlarından Büyük Buhran'a, fırtınalardan, kurak toprakla baş etmeye kadar , daha neler neler..

Lily Casey Smith...

Bu zamana kadar okuyabileceğiniz en çalışkan, en azimli ve güçlü kadın karakter.

Herkesin okumasını ve Lily Casey Smith'le tanışmasını şiddetle tavsiye ediyorum.

Eminim, sizler de Lily'in karakterine, gücüne, hayat bakış açısına hayran kalacaksınız.

Mutlaka ama mutlaka okuyun! Okutun!


"Kazanmak, sanıldığı kadar iyi değildir. Eğer hep kazanırsan hiç kimse seninle oynamak istemez."

"Yani istemezlerse inanmak zorunda değiller mi?
  Hayır, değiller.
  Ama bunu biliyorlar mı?"






15 Ağustos 2015 Cumartesi

DANIELLE STEEL || YENİ BAŞLANGIÇLAR




Danielle Steel; benim 14-15 yaşında tanıştığım ve o dönem Türkiye'de bulunan tüm kitaplarını okuduğum bir yazar. Anlayacağınız, yıllar olmuştu okumayalı... 

Arkadaşımın "Yeni Başlangıçlar"ı hediye etmesi ile yıllar sonra yeniden Danielle Steel'i okumak keyifli oldu. Özlemişim...

Kitaba gelirsek...

Arka kapak yazısında da belirtildiği gibi hayatları bir anda altüst olan altı karakterin hikayesi anlatılıyor.

Romanda; Maeve Binchy ve Debbie Macomber'dan alışık olduğumuz farklı altı karakter, her birinin hikayesi ve bir noktada kesişen hayatlar kurgusu hakim. 

Itiraf etmeliyim ki; Maeve Binchy ve Debbie Macomber bu noktada çok başarılı, ilk göz ağrımız Danielle Steel ne yazık ki biraz acemi kalmış.

Neden mi? Çünkü arka kapak yazısında altı olduğunu yazmasa ben iki karakter sanırdım. Lily ve Jessie başroldeydi, diğerleri yan figüran gibi kalmış. Hikayeler eşit dağıtılmamış. Ya da kitap sadece arka kapak yazısı kurbanı olmuş.

Konuya gelirsek; Lily ve Jessie'in ilk 4-5 sayfada anlatılan hayatları gerçekten muhteşem, kusursuz, süper ötesi ama sonra bir anda herşey paramparça oluyor. Pamuk ipliğine yaşamayı, saniyede hayatın nasıl altüst olabileceğini gösteren felaketler geliyor kahramanlarımızın başına. Öyle böyle değil. 

Bir an, bir felaket ve tüm akış değişiyor. 

Roman akıcı, sürükleyici. Dili sade. 1,5 günde bitirdiğim, elimde bırakamadığım bir kitap oldu.

Yeni Başlangıçlar azmin, umudun, inancın ve hakkaten küllerinden yeniden doğmanın hikayesi. Özellikle Lily ve Jessie için...  

Tavsiye midir? Evet tavsiyedir. Okuduklarımın arasına 'hadi bir de lay lay lom' sıkıştırayım diye değil hayatlarımızın ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğunu anlamamız için. Şahane giden hayatlarda 1 saniyede felakete dönüşebilir. Olayları doğru okursak kendimize yeni fırsatlar doğurabiliriz.

Son olarak; eğer Lily'nin babası o kadar zengin olmasaydı, Craig'teki gibi bir rehabilitasyon merkezi olmasaydı ya da onu oraya gönderecek gücü olmasaydı Lily o kadar çabuk uyum sağlar mıydı? O kadar kolay olur muydu herşey?

Keyifli Okumalar 

9 Ağustos 2015 Pazar

SARAH JIO || AGAPİ

                         

Sarah Jio...

Onun için ne denilebilir ki?

Anlattığı hikayeleri ile tüm dünyada, -özellikle biz kadınlar tarafından- kısa sürede çok sevildi ve gönlümüzde özel bir yere sahip oldu. 

Sarah'ın bir tarzı vardır. Nasıl mı? Şöyle; romanlarında mutlaka geçmişle geleceği harmanlayan bir hikaye vardır. Her hikayesinde mutlaka araştırmacı bir kadın karakter ve birbirine yıllarca kavuşamayan hepimizi kıskandıran ölümsüz bir aşk vardır. Hee, eninde sonunda şaşırtıcı bağlantılarla (!) birbirlerine kavuşurlar. Ki biz buna tesadüf diyoruz :) 

Sarah Jio'nun hikayelerinin hep aynı olmasından sıkıldığımı söylemiştim. Yeni bir tarz denemesini gerektiğini dilemiştim-) 

İşte yazarın okuduğum 5.kitabında, Agapi'de, Sarah Jio yeni bir tarz denemiş! 

İyi mi etmiş, isterseniz konuya bir bakalım...

Yazar; yeni tarz denemesi bu kitabında "aşkı görebilme yeteneği" olan Jane'in hikayesini anlatıyor.

Jane çocukluğundan beri görme sorunu yaşamaktadır ve belli zamanlarda görme yeteneği bulanıklaşmaktadır. Fakat doktorlar bir türlü nedenini bulamamışlardır. Jane 29 yaşında, hem Noel hem doğumgünü arifesinde iken, gizemli bir mektup alır. Colette adındaki bu kişi ona özel yeteneğini anlatır. Jane doğduğunda Colette oradadır ve ailesinin aşkını görünce nesilden nesile aktarılan gerçek aşkı görme yeteneğini Jane’e aktarmıştır. Jane’nin yaşadığı görme bulanıklığının nedeni de budur. Yani Jane ne zaman birbirine aşık iki kişi görse görme yeteneği bulanıklaşmaktadır. Yalnız herşey bu kadar basit değildir. Jane'in önünde 2 seçenek vardır. Ya 30. yaş gününe kadar aşkın 6 türünü örnekleri ile açıklayacak ya da ömrü boyunca gerçek aşktan mahrum kalacaktır. Kısacası kendisine teslim edilen kitabı tamamlama görevi verilir. 

En özetinden konuyu bu kadar anlatabilirim, daha fazla anlatırsam ciddi spoiler vermiş olurum.

Hem kitabın arka kapağında da konu ile ilgili pek bir şey yok.

Agapi'yi elime alıp okumaya başladığımda ilk sayfalar bana klasik Noel'li Amerikan filmlerini anımsattı. Yani Bernard bile gözümde canlandı. Son sayfaları ise Bridget Jones'ı çağrıştırdı.


Ilk kez kendi çizgisinin dışına çıkmış iyi de etmiş ama sanki biraz acemi kalmış. Fantastik bir hikaye yazmayı denemiş. Roman mistik, gizem, romans temalarında kurgulanmış. Açıkçası bir yerde bilim varken "aşkı görebilme yetenekleri" falan beni cezbetmedi. Komik geldi. Hikayelerin finallerini de iyi bağlayamamış.

Ama ben yazarın kalemini seviyorum. Yine sevdim. Akıcı, sürükleyici. Kendini okutturuyor. 

Okuduğunuz kitaplara es vermek adına okumanızı tavsiye ederim. Hele ki fantastik masalsı tarzı seviyorsanız, okuyun gari o zaman!








EROS: Hem fiziksel hem duygusal aşk. Aşkın bu türü tutkuyla doludur.

LUDUS: Bir oyun gibi oynanan aşk. Aşkın bu türünün en önemli parçası eğlencedir. Çiftler, bir araya gelmekten, karşısındakini etkileyip cezbetmekten hoşlanır. Ancak uzun süreli bağlılık sözü yoktur.

STORGE: Arkadaşlıktan doğan ve desteğe dayanan aşk. Güven dolu ve bağlılık gerektiren bir aşktır.

MANIA: Saplantılı aşktır. Duygusal iniş çıkışlar, kıskançlıklar hâkimdir.

PRAGMA: Kalbin değil aklın kontrol ettiği aşktır. Çiftler seveceği kişiyi mantığıyla seçer, kendisiyle benzer ilgi alanları, ortak değerleri olan birini arar.

AGAPİ: Özverili, fedakâr, koşulsuz, bencil olmayan aşktır. Kişi kendini sevdiğine adar, karşılığında hiçbir şey beklemeden verir. Onu 'o' olduğu için sever. 

4 Ağustos 2015 Salı

HERMANN HESSE || ROSSHALDE


     


     Sıcaktı, savaştı, gündemdi, işsizlikti, bir demet kendi dertlerimdi derken seni çok ihmal ettim sevgili blog'um.

     Bugün size yaklaşık 2 ay önce okuduğum ama yazmaya yeni fırsat bulduğum kitabımdan bahsedeceğim.

     Biz niye bu kadar geç tanıştık Hermann Hesse

     Düşler bahçesinde bir ev Rosshalde

     Ama cennette bile sürgün hayatı yaşamak. Cennetten bile kaçmayı arzulamak; kendi dünyana, sanata kaçmak. 

    Alman Edebiyatının önde gelen yazarlarından Hermann Hesse'nin  "Rosshalde" adlı eseri bana çok gerçek, çok hayatın içinden geldi.

     Kitap parçalanmış bir ailenin öyküsünü anlatıyor. Aynı evde birbirine yabancı karı koca, anlaşamadığı için babası tarafından yatılı okula gönderilen evin büyük oğlu ve evin tek neşe kaynağı küçük oğul...

     Kitabın arka kapağında Hesse'in hayatına dair otobiyografik izler taşıdığını yazıyor. Psikolojik yönü ağır basan, hazin bir öykü. Elimden neredeyse hiç bırakmadan bir günde okudum.

     Hermann Hesse'nin öyle sade, öyle duru bir anlatımı var ki, hiç klasik bir eser okuyormuşum gibi hissetmedim. Özellikle doğa betimlemeleri çok güzel.  

     Hesse'i tanımak ve tadına varmak için Rosshalde'yi okuyun derim.


     "İnsan karşılaştığı olayları çocukluğunda tüm derinliği ve tazeliğiyle yaşar ancak, yani on üç-on dört yaşına kadar, ondan sonra hazırdan yer, çocukluğundaki yaşantılarla beslenir hep."