31 Ocak 2015 Cumartesi

Stefan Zweig || Satranç

  

Aylık kitap okuma kotamı tutturmak için ne yapsam ne yapsam diye düşünürken inceliğine de güvenerek elime aldığım ve sonuna doğru tırnaklarımı yemeye başladığım mükemmel bir uzun öyküyle, Satranç'la karşınızdayım sayın seyirciler!

Stefan Zweig, Santraç’ta New York’tan Buenos Aires’e giden bir yolcu gemisinde dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic ile Nazi döneminde esir düşen Avusturyalı Dr. B’nin şampiyona maçı için bir araya gelmelerini konu alıyor. Dr.B yanlış sebeplerden tutuklanıyor ve esir kaldığı süre boyunca tesadüfen ele geçirdiği bir kitapla satranç sanatının tüm inceliklerini öğreniyor. 

Zweig bize Dr. B karakteriyle deliliğin sınırlarında gezinmekte olan insan psikolojisini tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Hapsedildiği hücresinde tüm sınırlamalara karşı üstün bir direnç gösteren Dr. B, insanın en mutsuz, en umutsuz anlarda bile bir şekilde hayata tutunmak için nasıl bir savunma mekanizması geliştirebileceğini gösteriyor. 

Satranç, ruhsal gelgitlerin yanı sıra dönemin bir karşılaştırmasını da yapıyor; Mirko Czentonvic ile Dr. B değişim içindeki bir toplumda bulunan iki zıt karakteri temsil eder. 

Dünya satranç şampiyonu ukala, küstah Czentovic küçük bir Hitler'i çağrıştırırken, Dr. B ise yok olmaya, kaybetmeye mahkum olan bir dünyayı simgeliyor.

2.Dünya Savaşı esnasında Avrupa'nın çöküşü satranç üzerinden sembolize ediliyor. Zülfü Livaneli de Son Ada romanında yaşadığımız ülkeyi, yaşananları, sistemi ada, martılar ile sembolize etmişti. Ne kadar doğru bilmiyorum ama bana onu çağrıştırdı.

Zweig’in Satranç romanı, ruhsal baskılara maruz kalan bir insanın tepkilerini, duygularını bizlere inanılmaz analizlerle anlatıyor. 2. dünya savaşının yol açtığı insan kıyımını ve bu savaşın besleyicisi, karanlık tarafının baskıcı ve ırkçı nazi subaylarının insanüstü becerilerini(!) belki de kendi deneyimlerine dayanarak oldukça güzel anlatıyor.

Aynı zamanda Satranç, Zweig'ın eşi ile intihar etmeden önce yazdığı son eser olma özelliği ile adeta bir veda öyküsü niteliğinde. Bu anlamda yazarın son zamanlarındaki psikolojisini de anlama açısında adeta bir kılavuz. 

Hayatımda okuduğum en orijinal psikolojik baskı türlerinden biri oldu bu kitap. 

Stefan Zweig; insana en büyük azabın fiziksel acı değil, ruhsal boşluk olduğunu en güzel ve en yalın dille anlattığı bir eser Satranç. 

Hala okumayanlar varsa muhakkak okusun, okuyun, okutun!

Yeryüzünde hiçbir şey insana hiçlik kadar baskı yapmaz.

25 Ocak 2015 Pazar

SERE PRINCE HALVERSON || MUTLULUĞUN ÖTEKİ YÜZÜ

                        

2 gündür elimden bırakamadığım Mutluluğun Öteki Yüzü yılbaşı öncesi bitmişti ama yazması bugüne kaldı...

Böyle aile hikayelerini okumayı çok seviyorum. Hikaye kurgu da olsa daha gerçekçi geliyor. Sanki bir kapıyı çalsam onlara rastlayacakmışım gibi hissediyorum.


Mutluluğun Öteki Yüzü içinde aynı şey söz konusu. Çok içten, duygu yüklü bir hikaye. Küçük bir kasabada geçen, gözlerimin dolmasına sebep olan aile dramıydı. 

Çocuk sahibi olamayan Ella kocasıyla yollarını ayırdıktan sonra tesadüfen Joe ve iki çocuğuyla karşılaşır. Joe ise karısı tarafından terk edilmiştir.  Her şey bir anda gelişir ve Ella, kendini Annie ve Zach’in anneleri olarak bulur. Joe'nun cenazesinde çocukların biyolojik anneleri ortaya çıkar. Ve velayet davası açar..

Bir tarafta çocuklara kendi çocukları gibi bakan, seven anne Ella, diğer tarafta ise çocuklarını artık yanında isteyen biyolojik anneleri Paige...

İki kadının, çocukların velayetini almak için verdikleri mücadeleyi anlatan çok sürükleyici bir hikâye. 
Başlarda Paige çok sinir olacaksınız diyip spoiler verip sizi uyarıyorum

Mutluluğun Öteki Yüzü duygu yüklü bir kitap ve bunu çok derinlerde hissediyorsunuz. Kitabı okuyup bitirdiğinizde ise geriye sadece onların ilerde neler yaptıklarını hayal ederken buluyorsunuz kendinizi. Çünkü bende öyle oldu.. Böyle beni etkileyen kitapları hep hatırlarım...

Kitapta beni en çok etkileyen Ella'nın doğurmadığı çocuklarına olan sevgisi, onlar için mücadelesi oldu..

“Anneciğim, şey sen ölmeyeceksin değil mi?”

“Tatlım, bir gün öleceğim. Herkes ölecek ama önce, uzun bir süre buralarda olmayı planlıyorum.”

“Şey, yakın zamanda buralardan gitmeyi planlıyor musun?”

“Ah, tatlım. Hayır. Sizi asla terk etmeyeceğim. Söz veriyorum. Tamam mı?”

Beni hüzünlendirdiği kadar düşündüren bir romanda oldu. Kitapta diyalog kimi yerlerde çok azdı. Fakat düşündüğümün aksine sıkılmadan okudum. Akıcıydı. Ve yazarın dili yalın olduğundan rahat bir şekilde okundu. Sürükleyiciydi... Sayfalar su gibi aktı..

Şöyle kanepenize uzanıp okuyabileceğiniz kafanızı yormayacak bir kitap Mutluluğun Öteki Yüzü.

Bu kitabı kesinlikle tavsiye ederim!
Okurken elinizden bırakamayacaksınız!
Ağlayacak ve bazı bazı güleceksiniz.
Hayatı tadacaksınız.

''Ve hayat bir piknikten ziyade,  yolculuktu.''

23 Ocak 2015 Cuma

Şaşırmalıydık...


Bu fotoğraf dursun önce bir kenarda...


Dün ve bugün... 
Önce meclisin hırsızlık iddiasındaki soruşturmayı Yüce Divan'a göndermeme kararı... 
Ertesi gün mahkemenin Ali Ismail Korkmaz'ın katillerine iyi halden indirimle(!!) verdiği komik ceza..

Meclisteki sayısal çoğunluk ile ak'ladılar, ak'landılar... Yüce Divan'a gidilseydi ne olurdu? Bugüne giden kim yargılandı? Ya aklandılar, ya affedildiler..

Hunharca işlenen bir cinayette neyin iyi hal indirimi?

********

Egemen Bağış'ın o fotoğrafı hepimizin aklında olmalı...
Hiç unutmamalıyız..

Dalga geçe geçe dosyayı kapadılar..
(Başka şey denir de ben kibarca yazayım dedim)

Ya, "umut" bağladıklarımız n'aptı?

1 oy birşey değiştirmez diye oylamaya katılmadılar..
1 oy birşey değiştirmezse, sen bundan önce benden neden oy istedin?
Yeni kurduğun parti için nasıl oy isteyeceksin?
Hangi yüzle?

******
Her iki karara da verilen tepkilere bakınca..

Kimseler şaşırmadı..
Inanılır gibi değil ama evet kimse şaşırmadı..

Beklenendi dendi, sürpriz olmadı dendi, şaşıranlara şaşırdılar..

Oysa ki, şaşırmalıydık..
Çünkü normal insanlar şaşırırlar..

Asıl; şaşırmamamız...
"Beklenendi" dememiz...
Bu noktaya gelmemiz...

Onların kazandığı nokta bu...

Algıda "anormallikler"i kanıksata kanıksata normalleştirdiler...

Bizler de artık şaşırmıyoruz..

Ama şaşırmamız gerekir..
Lütfen şaşıralım...

Şaşırmamak...
Çaresizliğimizin göstergesi...

Biz çaresiz değiliz, olmamalıyız...

18 Ocak 2015 Pazar

Zülfü Livaneli || Son Ada



Zülfü Livaneli'nin 2009 yılı Orhan Kemal Roman Armağanı kazanmış kitabı...

Son Ada, bir ütopyanın distopyaya dönüşünün sarsıcı öyküsü. Son Ada, Türkiye'nin adeta siyasi bir portresi.

Mutlu mesut yaşayıp giden bir adayı, bir diktatörün gelip nasıl tekniklerle cehenneme çevirdiğini anlatan bir roman. Mesajını doğrudan değil, sembollerle, somutlaştırarak veriyor. 
Romanda ada bir ülkeyi, adanın kırk haneli sakinleri halkı, içlerinden 1 numara sermayeyi, yazar muhalif aydınları, Lara duyarlı, güçlü kadınları, anlatıcı korkak muhalifleri, başkan güce tapan ve kendi çıkarını her şeyin üstünde tutan diktatörü temsil ediyor.

Sanırım Zülfü Livaneli bir diktatörün kullandığı başlıca tekniklerin hepsine yer vermiş. "Düşmanımın düşmanı dostumdur", "başarısızlığın sorumlusu muhalefettir", yalan söylenebilir, yalan ortaya çıkarılırsa bunu yapanların kişiliğine saldırmak gerekir..... gibi gibi. Özellikle yabancı ülkelerde gördüğümüz "ülkesini terk eden diktatör" motifi romanın sonunda öyle işlenmiş ki aslında bunun o ülkeye değil bir diktatörün kendisine yaptığı iyilik, kaçış olduğunu görüyoruz.

Diktatör; her cümlesine demokrasi ve medeniyet diye başlayıp sonunda ölüm ve şiddet çağrısı ile bitiriyor. İşin ilginç yanı; alınan kararların hepsi "demokrasi" ile oluyor. Çoğulcu demokrasi. 

“Halk dediğin değişken bir şeydir. Bugün böyle davranır, yarın tam tersini yapar. Teşvik ve tehdide bağlı olarak” kuralını harfiyen uygulayan Başkan, ada sakinlerini türlü zenginlik hayalleri ile kandırıp, ardından sopa göstererek ve bu işin olmazsa olmazı gizli düşmanlar yaratarak idaresini güçlendiriyor tüm bu sürükleniş boyunca. Kendisine soru sorulmasından da, soranlardan da korkarak, demokrasi, medeniyet, daha iyiye kavuşma kavramlarının arkasına sığınarak...

Az okuyanlar ve siyasetten uzak kişiler için "diktatörlük nasıl gelişir, nasıl yerleşir, nasıl kısır döngüye dönüşür?" çok basit bir anlatımla okuyucuya anlatılıyor.

Zülfü Livaneli, bana kalırsa ülkemizde son yıllarda yaşananları açık açık siyasi dille anlatmak istememiş, onun yerine dile getirmek istediklerini "Son Ada"ya kurgulamış.. Şahane bir kurgu ve basit bir anlatımla her şeyi tek tek söylemiş.

Son Ada, sadece bu zamana ve sadece buraya ait olmayan bir roman bence. Dünya’nın neresinde yaşarsa yaşasın bir okur bu kitapta; geçmişinden, ülkesinden, komşusundan ve kendisinden gerçekleri görebilecektir.

Okurken çok kızdım ada sakinlerine "nasıl bu kadar saf olunur, nasıl göremezsiniz, nasıl düne kadar hiçbir zararı olmayan dostunuz martılar bugün en büyük düşman ilan edilir ve bu linçe nasıl bu kadar tepkisiz kalınır" diye... 

Sonra benzerlik beni şaşırttı, utandırdı... O diktatörün sözleri o kadar tanıdık ki... Ahh, bir görseniz... 

Son Ada bugünlerde okumak için birebir. Her şeyden önce doğayla savaşmanın insanın kendisiyle savaşıp kendisini yok etmesi demek olduğunu söylüyor. İnsan topluluklarının ne derece manipülasyona açık olduğuna, hafızalardan düşüncelere her şeyin güç tarafından ne güzel şekillendirebildiğine dair örnekler sunuyor. 

*******

Livaneli; kitabın finalini "olması gereken" ile bitirmiş. Gönüllerden geçen bir sonla..

Hiç tahmin edilmeyen bir sessiz kahraman çıkıyor.. Başkan, yaptıklarının bedelini ödüyor.. Ada halkı ise yaşananlara sessiz kaldığı, tepki vermediği, sahip çıkmadığı için bedel ödüyor... Hem de ağır bir bedel..

“Zaten bir yerde kötülük varsa, oradaki herkes biraz suçludur” 


Okuyun, okutun..! 




15 Ocak 2015 Perşembe

Her derde deva Omega 3

Merhaba, sevgili blog okuyucuları.. Bugün size ne kısa öykülerimden bir demet sunacağım, ne okuduğum bir kitabı yorumlayacağım ne de bir güzellik paylaşımım olacak... Daha önce "Her şeyin başı sağlık" yazımda sağlık-vitaminler-nutriway triosu hakkında birtakım bilgileri ve tecrübelerimi (kendi yaşadığım sağlık sorunları) sizlerle paylaşmıştım.. Bugün ise o vitaminlerin içinde en önemli olanlarından Omega 3 (balık yağı) hakkında, sizi sıkmadan, öğrendiklerimi sizinle paylaşmak istiyorum...



Öncelikle Omega 3 nedir?

Birçok araştırmalara konu olan Omega 3 yağ asitleri beden tarafından bütün hücrelerin temel yapı taşı olarak kullanılan temel bir yağ asididir. 

Omega-3 yağ asitlerini vücut üretemediği için dışardan alınması gerekir. Çünkü insan vücudu sature ve monounsature yağ asitlerinin sentezini yaptığı halde, N-6 ve N-3 yağ asitlerinin sentezini yapamamaktadır.

Pek çok formu bulunabilen bu yağ asitlerinin en önemli görev yapanları EPA (Eicosapantaenoik asit) ve DHA’dır (Docosahexaenoik asit)

EPA, kardiyovasküler sorunların önlenmesinde; DHA ise görme fonksiyonlarında, büyüme ve beyin gelişiminde etkili olmaktadır.

Omega 3'ün yeterli miktarda alınamaması durumlarında başta kardiyovasküler bozukluklar olmak üzere birçok hastalığı beraberinde getirebilir.

Omega 3 çocuklarda, yetişkinlerde ve gebelikte; beyin, göz ve sinir sisteminin gelişimine ve kalp-damar sağlığının korunmasında önemli roller oynar.

Vücudun omega-3 yağ asidine ihtiyacı daha anne karnında başlar, çocukluk, ergenlik, yetişkinlik ve yaşlılık boyunca bu ihtiyaç devam eder. 

Omega 3 Hangi Besinlerde Vardır?

Omega 3 yağ asidi bakımından en zengin 3 besin balık, ceviz ve keten tohumudur. 

Sardalya, somon, ton balığı ve uskumru gibi yağlı balıklar Omega 3 bakımından en zengin deniz ürünleridir.

Omega 3 Faydaları Nelerdir?

1⃣ Başlıca faydası vücudun enerji üretimine katkıda bulunması. Halsizliği, yorgunluğu giderip, kavrama gücünü ve hareket kabiliyetini artırır.

2⃣ Depresyonu engeller ve depresyon tedavisinde işleve sahiptir. Depresyonda olan kişilerde omega 3 ün düşük olduğu gözlenlenmiştir. Yetersiz Omega 3 alımının depresyon, ankisiyete ve psikolojik problemlere neden olur.

3⃣ Düzenli olarak Omega-3’ten zengin besinler tüketenlerde beyin yaşlanması daha da yavaşlamaktadır. Bunun yanı sıra Alzheimer, demans, şizofreni gibi rahatsızlıkları önlüyor.

4⃣ Kötü kolesterolü düşürüp, iyi kolesterolü artırıyor. Düşük kolesterol seviyesini normal değere çıkartıyor. 

5⃣ Kalp hastalıklarına karşı koruyor. Kalp krizinde etken bir rol oynayan trigliserid seviyesini azaltıyor. Kalp krizi riskini en aza indirgiyor. 

6⃣ Kanın akışkanlığını sağlayarak, kalp tarafından kolayca pompalanmasına yardımcı oluyor. Böylece damar tıkanıklığı (tromboz) ya da damarlara yağ birikimini (arterioskelerosis) önlüyor. 

7⃣ Kanı inceltip damarları koruduğu ve pıhtılaşmayı önlediği için kangren riskini önlüyor. Kanın tüm vücutta dolaşmasını sağlayarak parmak ucu hissizleşmesini, el ve ayak parmaklarının dolaşıma bağlı üşümesini önlüyor veya azaltıyor.

8⃣ İnsülin işlevini artırarak ve diyabeti geciktiriyor.

9⃣ Serbest radikallere karşı savaşarak cilt hücrelerinin yaşlanmasını engelliyor. Hücreleri yenileyip cildi güzelleştiriyor. Yani Omega 3 aynı zamanda cilt dostu:)

🔟 Ve en sonuncusu; benim gibi migreni olanlar için migrene iyi geliyor!! Kanın beyin damarlarında rahatça dolaşmasını sağladığı için migren tipi ağrıları önlüyor.


Omega 3 ve Kanser 

Vücudumuzda bulunan kötü huylu hücreleri baskı altında tutabilmek ve yok edebilmek için bağışıklık sistemi omega yağlarından güç alıyor. Yapılan araştırmalarda göğüs, prostat ve kolon kanseri başta olmak üzere pek çok kanser türünde omega yağ asitlerinin yararlı olduğu gözlendi.

Kanserde vücut gün içinde birçok mikroorganizmanın saldırısına uğrar ve burada bağışıklık sistemi devreye girer. 

Kötü huylu hücreleri ve mikroorganizmaları baskı altında tutabilmek ve yok edebilmek için bağışıklık sistemi Omega-3 yağ asidinden güç almaktadır. 

Günde Ne Kadar Omega 3 Almalıyım?

Uzmanlara göre; günde 500mg - 1000mg arası Omega 3 alınması gerekir. 

Bu da günde;

40-50 gr somon/uskumru ya da
100 gr ton balığına tekabül etmektedir. 

Her gün 50 gr somon balığı ya da 100 gr ton balığı yiyenler ya da yiyebilecekler için bunları besin yolu ile almalarını öneririm.

Lakin ben her gün bu ürünleri tüketemediğim, tüketemeyeceğim için günlük almam gereken Omega 3'ümü Nutriway Beslenme Destek Ürünlerinden alıyorum. 


Daha önce "Herşeyin Başı Sağlık" yazımda yeteri kadar Nutriway firmasını anlatmıştım. Okumayanlar bu yazıya sayfamdan ulaşabilirler.

O yazımdan sonra bana gelen sorulara istinaden kısaca şunları belirteyim. 

Nutriway Beslenme Destek Ürünleri adından da anlaşılacağı üzere daha sağlıklı ve kaliteli bir yaşam sürebilmemiz için beslenmenizde açık kalan vitamin ve mineral ihtiyacinizi tamamlamak üzere önerilmektedir. Ürünlerin herhangi bir hastalığa karşı tedavi edici bir özelliği ve iddiası yoktur. Ancak vücudunuzda ihtiyacınız olan vitamin ve minerallerin eksikliği nedeniyle meydana gelen bir takım şikayetlerin giderilmesine dolaylı etkisi olur.

Nutriway Vitaminleri İştah Açar Mı?

Sebze ve meyve konsantrelerinden elde edilen Nutriway ürünlerinin böyle bir etkisi olması mümkün değil. İçiniz rahat olsun, iştah açmıyor-)



Nutriway Omega 3

İçerisinde deniz ürünleri, yapraklı sebzeler, ceviz ve soya yağı bulunmaktadır. Günde 1 tane sabah kahvaltısından sonra alınıyor. Kan sulandırıcı ilaç kullananlar kullanamaz. 


Son bir not;

Araştırmalar, bol miktarda Omega 3 içeren balık yağının, çocukların zihinsel gelişimlerinde önemli bir rol oynadığını hatta sınav başarılarını artırdığını ortaya koyuyor. 15-16 yaş arası 184 öğrenciye 12 hafta boyunca balık yağı kapsülleri veren İngiliz araştırmacılar, aldıkları sonucu şöyle özetliyor: "Derslerinde iyi not alanların oranı yüzde 24'ten, 34'e yükseldi!"

Hamiş 1: Nutriway ile bilgilere www.nutrilite.com sitesinden ulaşabilirsiniz. Sertifikalı organik çiftlikleri ve diğer tüm ürünleri görebilirsiniz.

Hamiş 2: Denemek isteyenlere ve soruları olana yardımcı olurum.





7 Ocak 2015 Çarşamba

Hani gelsen..

Yine günlerden çok yalnız olduğum bir gündü. Oturmuş, sana asla okumayacağım mektuplarımdan birini daha yazıyordum. 

Öyle bir boşluk sarmış ki içimi, sanki hiç bitmeyecekmiş gibi bir his.. Kitaba, kaleme sarıldım yine, içimdeki o sesi susturmak için.. Sonra kedim Makbule mırnak mırnak geldi yanıma, sokuldu.. 
Sanki ne hissettiğimi anlamış da, "her şey geçecek, üzülme" der gibi.. Öyle samimi.. Isındı içim o an.. 
Havalar soğudu ya, sen bilmezsin ama ben çok üşürüm. 

Hani gelsen diyorum, iyi olur.. İyi olurdu.. Sarılır, ısınırdım, ısınırdık.. Yağmur yağar, battaniye altına kaçar, kitap okur, uyurduk.. Yağmurun dinmesine de gerek yok, ne zaman istersen o zaman uyanırız.. Uyanırdık.. Yaralarımı öpersin, hepsi geçecek dersin.. Ben çayı sevmem ya ama bak sen istersen çay da içeriz.. 
Sabah kahvaltı hazırlarım, akşamına dünyayı kurtarırız, rakı şişesinde balık olup kaybettiğimiz tüm eski dostlara kadeh kaldırırız. Son kadeh onlar için olur.. 
Anason kokar etraf, uzaktan bir kemanın sesi gelir, her yer mavi olur bir anda.. 
Ben seni daha çok severim, sen bana öyle güzel bakarsın... 
Öyle güzel bakarsın ki, zaman durur..
Öyle ki...
bu şehre huzur gelir..

1 Ocak 2015 Perşembe

Mahir Ünsal Eriş || Olduğu Kadar Güzeldik



2014 Sait Faik hikaye ödülünü "Olduğu kadar güzeldik" kitabi ile kazanan Mahir Ünsal Eriş.. 

Okumak için başka bir nedene gerek yok diyip "hüzünlü mağlupların iyimseri" ile bi tanışalım dedim...

Hani her kelimenin tadını çıkara çıkara tekrar tekrar okursunuz ya; bu kitapta, tanıştığım bu yeni yazar da öyle oldu benim için...

Sanki çocukluk yıllarından koşarak gelmiş, oturtmuş beni karşısına.. Anlatıyor da anlatıyor...  
Öylesine canlı, öylesine anlatmaya hevesli...
Öylesine sıcak, öylesine samimi..

Öyle ki; sanki bir anda babanızın elinden tutup dondurmaya yemeye gidecek, eve gelince anneniz 'yemekten önce dondurma mı yenir' diye tatlı tatlı size kızacakmış gibi hissedebilirsiniz...
Çok içten, çok bizden..

Gevrek simit tadında sekiz hikaye..

Beni en çok etkileyen 'Benim Adım Feridun', en çok hüzünlendiren 'Stoper', en çok sarsan 'Kanatlarımız olsa be Metin' oldu...

Uzun zamandır hiçbir kitabı böyle keyifle okumamıştım.. Çok ama çok beğendim.. Bu soğuk kış günlerinde okunacak en iyi kitaplardan biri.. 

Evet, olduğu kadar güzeldik...
Hala da güzeliz!

Okuyun, okutun!

"Yaşa, işe, güce, itibara en ufak hürmeti olmayan bu acıya aşk acısı diyorlar. Kim olursan ol, seni saklandığın yerde er ya da geç buluyor, gelip göğüs kafesini ateşle sıvazlıyor ve sen içeride kapkara kurum tutuyorsun. Ağzını açsan, alevler püskürüverecekmişsin gibi, ciğerlerine damla damla kurşun eritiyorlarmış gibi. Kolay kolay geçmiyor, geçtiğinde de sen geçmiş olduğunu bile fark etmiyorsun. Yağmurlu havalarda sızlayan eski bir kırık gibi sızlayıp duruyor, kendini hatırlatıyor."

"Bir de yalnızlık var, onu da hesaba katmak lazım. İlk başta onsuzluk sanıyorsun bunu ama değil, basbayağı yalnızlık işte. Aynalarda kendini görmekten sıkılacak kadar yalnızlık, yatağa yattığında kendi kokunu duymaktan öğürecek kadar... Kimseyi istemiyorsun yanında, ama durup durup da yalnızlıktan şikâyet edesin geliyor. Bir şeyden şikâyet edebilmek için bile insan lazım.."

"Hayat, kendini öyle bir gelip senin karşına koyuyor ki, hayallerini, umutlarını, çocukluğundan, gençliğinden beri kurduklarını yutturuveriyor sana."