31 Aralık 2014 Çarşamba

Mutlu Yıllar!!

                 

Evet, geldik yine bir yılın sonuna sevgili seyirciler...

Bir önceki yılın bilançosunu çıkarıp yeni yıldan beklentileri sıralamak adettendir; ama bilanço ne yazık ki hiç iç açıcı değil. Geriye dönüp baktığımda gördüğüm ne yazık ki; ülkeme ve insanlığa dair gitgide büyümüş ve ağırlaşmış bir enkaz!

Aslına bakarsanız ben 2015'in gelişini değil, 2014'ün nihayet bitişini kutluyorum-)) 
Benim için güzel geçen bir yıl olmadı, hem de hiç olmadı..  
Bitişler, terk edişler, hayalkırıklığı, bazı bazı boşluk, bazı bazı anlamsız içimde yeşeren umut, eksilme..
Büyüme, olgunlaşma, farkındalık..

2015..
Umudun yılı olsun..
Kahkahanın yılı olsun..
Dostlukların yılı olsun..
Aşk'ın yılı olsun..

Eyyy 2015, senden beklentim çoook..
Yeni başlangıçlarımız olsun..
Güzel kalplere mucizelerini getir..
Güzel insanlarla karşılaştır bizi, hani karşılaşmamız an meselesi dediklerimiz, umduklarımızdan...
Bizi havalara uçuracak küçük sürprizlerin olsun...
Ortalığı inletecek kahkahalarımız olsun...
"İşte bu" diyeceğimiz haberlerimiz gelsin...

Çoğaldığımız bir yıl olsun..

Bahar gibi gelsin 2015, içimizde mutluluktan kelebekler uçuşsun -))

Mutlu edin, mutlu kalın, mutlu olun!

Mutlu Yıllar!!



Hamiş: Bir de 4.yıldızı takalım, yaşa Fenerbahçeeee!!!

28 Aralık 2014 Pazar

Her şeyin başı sağlık.. Ve ben...

Sevgili blog takipçilerim, öyle demeyeyim öyle desem çünkü 2 kişiyi kastetmiş olurum, şu an bu yazıyı okuyan herkes diyim... Umarım çok'sunuzdur-))), çoook olursunuz...

Evet, yine koca bir seneyi devirdik.. Anlamadan; 2014'e girdik, şimdi de çıkıyoruz.. O derece bir hızdı adeta..

Ne istiyoruz yeni yıldan? Para mı? Aşk mı? Huzur mu? Yeni bir başkan, yeni bir lider, yeni bir patron mu? Yoksa sadece iş mi? Şans mı? Bir bebek mi? Şampiyonluk mu? Dünya barışı mı? 
Ya sağlık? 
Listemizin kaçıncı sırasında yer alıyor? 
Aaa, böyle deyince.. Tabii ki ilk sırada yer alıyor-)) 
Neydi, o cümle..
Haa, herşeyin başı sağlık..
Doğru ama hissederek söylemeyiz... Taa ki kaybedene kadar.. Yani gerçekte önemini anlayana kadar...

Çok kısa anlatacağım... Gerçekten.. Biliyorum, beceremiyorum kısa cümlelerle kendimi anlatmayı ama deneyeceğim-)

Yaklaşık 2,5 sene önce, vücudumun bazı yerlerinde kistler çıktı.. Bazıları ufaktı, bazıları büyük.. Bazıları yumuşak, bazıları sert.. Sıvı biyopsiler yapıldı, 4 gün içinde yeniden oluşan kistler.. Yeniden yapıldı.. Sonra yine yeniden, hem aynı bölgeye, hem başka bölgelere.. Pataloji sonuçları gelmeden yüzüme kansersin dediler.. Ha "ama üzülme lenfomada büyük ilerleme var, iyileşme şansı artık çok yüksek" dahi dediler.. Ameliyat oldum.. Allah'a çok şükür ki; hepsi iyi huylu çıktı.. Geçti gitti.. Bitti...

O dönem sardım işte bende böyle sağlıkla ilgili okumaya, elime her geçen makaleyi okudum.. Gıdaları araştırdım.. Araştırdıkça, okudukça "sağlıklı olan birşey yok ki ne yiyeceğim" dedim.. Ilginç bilgiler de vardı.. Misal; yediğimiz tavuk eti ile lenfoma, lösemiyi yakalanma oranımız içtiğimiz sigara ile akciğer kanserine yakalanma oranımızdan fazla..

O dönem sağlık, gıdalar, beslenme, vitaminler diye harıl harıl araştırırken (bugün itibari ile) 80 yıllık dünya çapında olan bitkisel destek vitamin markası Nutriway ile tanıştım... Size biraz bu markadan bahsetmek istiyorum..

Kendi sertifikalı organik çiftliklerinde bitkileri yetiştiren, hasat eden ve işleyen tek küresel vitamin ve mineral markasıdır. 1920'lerde Nutriway markasının kurucusu Carl Rehnborg Çin kırsalında yaşadığı yıllarda ilk kez beslenme konusuyla ilgilendi. İnsanların sağlık ve beslenme koşullarını gözlemleyerek bitki bazlı bir beslenme destek ürününün insanların beslenme dengesini geliştireceği sonucuna vardı. 

Besleyici yönü zengin bitkisel materyalleri toz halinde kurutup konsantre duruma getiren ve bunları kapsüller içinde veya tablet halinde sunan bir proses geliştirdi.

1934'te ABD ilk multivitamin/multimineral ürününü imal etti ve satmaya başladı. Ve beslenme tarihinde öncü oldu. Şirketinin adı California Vitamins, Inc.

Bitkiler kendi sertifikalı organik çiftliklerinde tarım uygulamalarına Nutriway sertifikalı (NutriCert) çiftliklerinde yetiştirilmektedir. 4 farklı bölge ( Washington, Orta Meksika, California, Orta Brezilya) olmak üzere toplam 7 adet sertifikalı organik çiftliği vardır.



Bitkiler besin değerlerinin zirvede olduğu dönemde hasat edilir ve mümkün olduğunca hızla kurutma tesislerine taşınır. Özütleme işlemi; çok modern bir tesiste özel donanımlar kullanarak bitkileri kurutur, öğütür ve özütlenir. 
Zararlı pestisidler (böcek öldürücü maddeler), herbisidler (zararlı ot öldürücü maddeler) veya kimyasal gübreler yerine bu işleri doğanın yapmasını sağlıyor.

Nutrilite uzmanları ürünler üzerinde ayda 15.000 test yapmaktadır. 4 gün sonra geride bırakacağımız yılda 80. yılını kutlayan Nutriway markası dünya çapında 200'den fazla ürüne sahip olup 70'den fazla ülkede satılmaktadır. 


İşte öyle sağlık-hastane-kistler-biyopsi vs sürecinden geçtiğim dönemde tanıştım Nutriway ile.. Aslında sağlık ile ilgili hiçbir ürünü tavsiye etmem, korkarım nema lazım.. Ama bu kadar saf ve organik ürünleri gönül rahatlığı ile tavsiye ederim. Çocuklarınızın bile güvenle kullanacağı (4 yaş üzeri) birkaç ürünü var. Ürünleri o kadar doğal ve organik ki düzenli kullandıkça vücudunuzdaki farkı görebiliyorsunuz. Hatta hissedebiliyorsunuz.-) En güzeli de bu, hissetmek.. O twitterda, instagramdaki o sonsuz pozitif ruhum, enerjim nereden geliyor sanıyorsunuz?-))) 

Iki senedir senede 1 kere doktora gittim, o da kontrole.. Maşallah, tüm değerlerim yerinde, vücudumda hiç bir mineral vitamin eksikliği yok. Olmayınca da hastalık olmuyor doğal olarak-) Hastane, doktoru çıkardım hayatımdan-)

Hiçbir koruyucu kimyasal veya boya katkıları içermedikleri için hamileler de rahatlıkla Nutriway kullanabilir ama önerilen dozlar, hamileler için yeterli olmayacağı için kullanacakları doz ile ilgili  doktorlarına danışmaları gerekir. 

Nutriway ürünleri, ilaç değildir.
Tedavi etmez.
Beden için sağlıklı bir beslenme desteği sunar. 



Asla sağlığınızı ertelemeyin...
Bana bir şey olmaz demeyin, o sizi hiç ummadığınız anda yakalıyor. 
Hastalık gelince değil gelmeden bedenimize iyi bakmak gerek...

2015'te hadi kendinize bir iyilik yapın..
Kendinizi daha çok sevin..
Bedenizi daha çok sevin..
Ruhunuza da bedeninize de daha iyi bakın...

Keyifli Pazarlar!



Hamiş 1: sen bunları nerden biliyorsun, google gibi yazmışsın diyenler için.. Ben bunun eğitimini aldım, eğitimi veren bir kardiyolog'tu, eğitimde anlatılanları özetledim-)

Hamiş 2: içinize sinmedi mi o zaman, www.nutrilite.com sitesine lütfen bakınız. Orada her şey anlatılıyor, sertifikalar, çiftlikler vs her şeyi görebilirsiniz.

Hamiş 3: Veriler; Euromonitor International Limited, 2010 dünya vitamin ve beslenme destek ürünleri perakende satış değerleri. Euromonitor ne mi? Euromonitor; uluslararası pazar araştırma firması Euromonitor Danışmanlık tarafından yapılan bağımsız incelemeye dayanmakta ve çiftliklerin bulunduğu ülkelerdeki yasalara göre resmi onay kurumları tarafından sertifika verilmektedir. 5.000'in üzerinde aktif müşteri portföyüne sahiptir. 

25 Aralık 2014 Perşembe

SARAH JIO || BÖĞÜRTLEN KIŞI


                               

"Böğürtlen kışı,'' diye mırıldandı Frank.
''Efendim?''
''Fırtına,'' diye devam etti. ''Ona Böğürtlen Kışı diyorlar. Meteorologlar, mevsim sonu görülen ani soğukları böyle adlandırıyor. İlginç, değil mi?"


Sarah Jio...
Benim yeni tanıştığım bir yazar. Yazarın; okuduğum ilk kitabı, kendisinin de ilk kitabı olan "Mart Menekşeleri" idi. Blogda, onunla ilgili yazı mevcut. Büyüsüne kapılıp gideceğiniz bir kitap diye belirtip şiddetle tavsiye etmiştim.

Böğürtlen Kışı ile yazarın diğer kitapları arasında kararsız kaldım. Instagramdaki çoğu okurun "yazarın en sevdiğim en bayıldığım kitabı Böğürtlen Kışı" diye yorumlar görünce Böğürtlen Kışı'nı okumaya karar verdim.

*****

Böğürtlen Kışı, yazardan alışkın olduğumuz bir tarz olan, geçmişle ve bugün arasında, iki zamanda birden akıyor. Yani hikaye; yıllar öncesinde yaşanmakta olan bir olay ile şimdiki zamanda geçen başka bir olay ile harmanlanıyor

Mayıs ayında Seattle'ı vuran kar fırtınası ile Claire'in editörü genç kadını fırtınayla ilgili makale yazmakla görevlendirir. 1933 yılının Mayıs ayında da benzer bir kar fırtınası yaşanmıştır. Böylece Claire 1933 yılına ait gazeteleri tararken fırtınada kaybolan bir çocukla ilgili haber takılır gözüne. 

Geçmişin hikayesi; fırtınada kaybolan 3 yaşındaki Daniel ve annesi Vera'nın başına neler geldiğini anlatırken, günümüzün hikayesi ise geçmişi araştırırken kendi acısı ile yüzleşip hayatına devam etmenin yolunu bulan Claire'in hikayesini anlatır.

*****

Böğürtlen Kışı; 360 sayfa, akıcı, zamanınız varsa bir, iki günde bitirebileceğiniz bir roman. Anlatılan hikayeyi hissederek okudum. Yazarın geçmişe dönüşleri daha önce bir kitabını okuyanlar için sürpriz değil ama bu kitapta Mart Menekşeleri'nden farklı olarak karakterlerden birinin geçmişi anlatmasına şahit olmuyoruz. 

Yazarın ikinci kitabını okuduğum Böğürtlen Kışı bana Mart Menekşeleri ile benzer kurgu geldi.
Yine iki farklı zaman iki farklı hikaye..
Yine hikaye içinde hikaye..
Yine yaşanmamış yarım kalmış bir aşk hikayesi..
Yine araştırmacı bir kadın karakter..
Ve yine tesadüfler zinciriyle örülmüş, çözümlenmiş bir hikaye..
O kadar çok tesadüf vardı ki; yer yer bu kadarına pes diyorsunuz.. 
Yazarın yarattığı "araştırmacı kadın karakterler" araştırdıklarına şıp diye ulaşıyor. 80 ya da 50 yıllık sırlar bu kadar kolay mı çözülür diye insan kendi kendine sormadan edemiyor-) Hani; bi mücadele edersin, bi ararsın bulamazsın, bi zorluklar yaşarsın falan filan.. Sarah Jio'nun karakterleri maşallah hiç yorulmadan, aradıklarına hemen ulaşıyor.. Ama işte bunlar hep tesadüf-)))

Okurken iki tane mantık hatası buldum, diğer okuyucuların dikkatini çekti mi bilmiyorum. 

Vera, evden atılmadan önce Daniel'ın ayısını gizli bölmeye bırakmıştı. Yıllar sonra o gizli bölmeden Vera'nın oğlu için yazdığı mektup da çıktı. Halbuki Vera'nın o mektubu yazmaya ya da o mektubu oraya bırakmaya vakti olmamıştı...

Bir de insan 3 yaşındaki halini nasıl hatırlar?-) Gizli bölmeye, girişteki sarhoş adamlara kadar..-) 

Neyse, olur heralde böyle ufak tefek şeyler-)

Romanda benim en çok etkilendiğim karakter Vera idi.. Hiç yaşanmamış bir hayat.. Zenginlerin hukukunun geçtiği bir dünyada yoksul Vera adeta hiç yaşamamış, hiç sahip çıkılmamış bir kadın olmuş. Hayatı çalınan bir kadın.. 

*****

Bu arada Arkadya Yayınları'nın kitap kapaklarına ve ayraçlarına (püskürtücü olmasa daha iyi) bayılıyorum. Ve tabii ki çalıştıkları çevirmenlerin başarısını söylemeden edemeyeceğim, zira baskı ve dizin hataları neredeyse yok denecek kadar azdı. Tasarımları ve doğru çevirmenlerle çalıştıkları için yayınevini tebrik etmek lazım.

Lakin ben yazarın artık yeni farklı bir tarz denemesi gerektiğini düşünüyorum. Mart Menekşeleri'ndeki tesadüf olgusu şiirseldi, su gibi akıp gidiyordu, kendine ait bir büyüsü vardı. Böğürtlen Kışı'ndaki tesadüf zinciri bana mantıksız geldi, aynı geldi, inandırıcılıktan uzaktı. 

Her şeye rağmen; işten güçten bunalan, hayata az mola vereyim bi soluklanayım derseniz bu kitap işinizi görür. Kimbilir, belki de siz en çok beğenenlerden olursunuz..-)

******

Kitabın adı, aşağıdaki şarkıdan geliyor. 

Blackberry Winter comes without a warning
Just eğen you think that spring's around to stay
So you wake up on a cold rainy morning
And wonder what on earth became of May

Blackberry Winter only lasts a few days
Just long enough to get you feeling sad
When you think of all the love that you have wasted
On someone who you never really had

I'll never get over losing you
But I had to learn that life goes on
And the memory grows dim, like a half-forgotten song
Til the blackberry Winter reminds me that you're gone

I get so lonely, most of all in springtime
I wish I could enjoy the first of May
But I seem to know that blackberry winter
Is not so far away... It's not so far away...











23 Aralık 2014 Salı

Okuyan bir kızla çık..



Okuyan bir kızla çık. Parasını kıyafet yerine kitaplara yatıran bir kızla çık. Kitapları yüzünden dolabına sığamaz o. Okuyacağı kitapların listesini yapan, 12 yaşından beri kütüphane kartı olan bir kızla çık.
Okuyan bir kız bul. Okuyan bir kız olduğunu çantasında her zaman okuduğu bir kitap bulunmasından anlayabilirsin. Kitapçıda, sevgiyle raflara bakan ve aradığı kitabı bulduğunda sessizce çığlık atandır o. Sahafta, eski bir kitabın sayfalarını koklayan fıstığı gördün mü? İşte o okurdur. Hele sayfalar sararmışsa kesinlikle dayanamazlar.
Kahvecide beklerken okuyan kızdır o. Fincanını dikizlersen, sütsüz kremasının yüzdüğünü görürsün çünkü o çoktan dalmıştır kitaba. Yazarın yarattığı dünyada kaybolmuştur. Sen de bir sandalye çek yanına. Sana ters ters bakabilir çünkü okuyan kızların çoğu rahatsız edilmek istemezler. Ona kitabı sevip sevmediğini sor.
Ona yeni bir kahve ısmarla. Murakami hakkında ne düşündüğünü söyle. Kardeşliğin ilk bölümünü bitirip bitiremediğini öğren. Joyce’un Ulysses’ini anladığını söylüyorsa entelektüel görünmeye çalışıyor demektir. Alice’i seviyor mu yoksa Alice mi olmak istiyor, bunu sor.
Okuyan bir kızla çıkmak kolaydır. Doğum gününde, yılbaşında ve yıldönümlerinde ona kitap alabilirsin. Ona sözcükler hediye et, şiirlerden şarkılardan hediye sözcükler. Ona Neruda, Pound, Sexton, Cummings hediye et. Kelimelerin aşk olduğuna inandığını bilsin. Gerçekle kitaplardaki gerçeği ayırt edebilir ama yine de yaşamını biraz da olsa, en sevdiği kitaptakine benzetmeye çalışacaktır. Bunda senin suçun yok.
Bir biçimde, bunu deneyecektir. Ona yalan söyle. Sözdiziminden anlıyorsa, yalan söyleme ihtiyacını anlayacaktır. Sözcüklerin ardında başka şeyler var: niyet, değer, ayrıntılar, diyalog. Dünyanın sonu olmayacaktır.
Onu bırak. Çünkü okuyan bir kız çöküşlerin her zaman zirveyle biteceğini bilir. Çünkü her şeyin bir sonu olduğunu bilir. Hikayenin devamını her zaman yazabilirsin. Tekrar tekrar başlayabilir ve hala kahraman olarak kalabilirsin. Bu hayatta bir iki kötü adama yer vardır.
Olmadığın her şey için neden korkasın ki? Okuyan kızlar bilirler ki tıpkı karakterler gibi insanlar da gelişebilirler. Twilight serisi istisnadır.
Eğer okuyan bir kız bulursan, yanından ayırma/ayrılma. Gecenin bir yarısında, kitabı göğsüne yaslamış ağlarken bulabilirsin onu, bu durumda ona çay yap ve sarıl. Onu birkaç saatliğine kaybedebilirsin ancak her zaman sana dönecektir. Kitaptaki karakterler gerçekmiş gibi konuşacaktır, çünkü bir anlık da olsa, gerçektirler.
Ona bir sıcak hava balonunda ya da bir rock konserinde evlenme teklif et. Ya da bir dahaki hastalığında gelişigüzel bir şekilde. Skype üzerinden teklif et.
O kadar sıkı gülümseyeceksin ki neden hala kalbinin infilak etmemiş ve göğsünün kan içinde kalmamış olduğunu merak edeceksin. Yaşam öykünüzü yazacaksınız, garip isimli ve garip beğenileri olan çocuklarınız olacak. Çocuklarınıza Şapkalı Kediyi ve Aslan’ı aynı gün izletebilir. Yaşlılığınızın kışında birlikte yürüyeceksiniz ve sen botlarındaki karı temizlerken, o mırıldanarak Keats okuyacak ezberinden.
Okuyan bir kızla çık çünkü bunu hak ediyorsun. Hayal edilebilen en renkli hayatı sana verebilecek bir kıza layıksın. Eğer ona sadece monotonluk, kayıp saatler ve yarım yamalak öneriler verebileceksen, yalnız kalman daha hayırlı. Eğer dünyayı ve onun ardındaki dünyaları istiyorsan, okuyan bir kızla çık.
Ya da iyisi mi, yazan bir kızla çık sen.

Rosemarie Urquico 

*********

Hamiş: Tesadüfen okuduğum bu güzel yazıyı sizlerle paylaşmak istedim..


22 Aralık 2014 Pazartesi

Jose SARAMAGO || Bilinmeyen Adanın Öyküsü



 

"Beğenmek, sahip olmanın en iyi şekli, sahip olmaksa beğenmenin en kötü şekli olsa gerek"

 

60 sayfalık kısa bir öykü...

Bir solukta biten bir masal..


Insanda bıraktığı etki ile yüzlerce sayfadan oluşan kalın kitaplara kafa tutar niteliğinde... 

Nokta ve virgülden başka noktalama işareti kullanılmayan, sanırım gerek de duyulmayan, çizimlerle hikayeyi anlatan kısacık bir öykü..

Lafı döndürüp dolaştırmak ya da benzer cümleleri defalara yazmak yerine yaklaşık 60 sayfada her şeyi anlatmış yazar..

Anlatılmak istenen ancak bu kadar sade ve kısa anlatılabilirdi..

İnsanın içine işleyen yalın ve naif anlatımla...

Yazar hiç uzatmamış...

Günlere, gecelere, haftalara yaymamış..

Yarım saatte anlatmış, anlatmak istediğini..


Bayılıyorum...

Kendini kısa cümlelerle ifade edenlere.. 

Kendimde olmayan ne varsa ona bayılıyorum zaten...


Kitabın arka kapağında da yazılı olan kitabın beni en çok etkileyen cümlesini paylaşmak istiyorum...


"Ben bilinmeyen adayı bulmak istiyorum, o adaya ayak bastığında kim olduğumu öğrenmek istiyorum, bilmiyor musun ki, kendinden dışarı çıkıp kendine bakmadıkça kim olduğunu asla bilemezsin.."


Belki de bilinmeyen bir adayı aramaya çıkan bir adamın öyküsü de zaten öyle uzun, öyle çok, öyle gereksiz olmamalı...


********


Jose Saramago ile ilk kez tanıştığım bir kitap oldu. Uzun zamandır merak ediyordum, okumam gereken yazarlar arasındaydı. Hem Nobel'li yazarlardan olması hem de instagramda fikrini önemsediğim çoğu kitap dostumun profillerinde görüyordum. Ama ne yazık ki, ölmeden yakalayamamışım.. 2012 yılında vefat etmiş..


Bundan sonra tüm kitaplarını okuyacağım yeni keşfettiğim Portekizli yazarın..-)


Okunası kitap, okuyun, okuttun..


Keyifli Okumalar! 




 

"Henüz tayfasını bile toplamaya başlamamış olan adam ise teknesini yıkayıp temizleyecek kişinin daha o zamandan peşine takıldığının farkında değilmiş, işte kader hep böyle davranır bizlere, hemen arkamızdadır, omzumuza dokunmak için elini çoktan ileri doğru uzatmıştır, bizlerse hala, Geçti gitti, gösteri bitti, yine aynı hikaye, diye homurdanıp dururuz..."

 

"...Mühim olan varış değil, gidiştir mi demek istiyorsun yani, Kim olduğunu bilmiyorsan kendin olman mümkün değildir.."

 

 

 

 


 


20 Aralık 2014 Cumartesi

James Bowen || Sokak Kedisi Bob


       


      Bir kedi hayatınızı ne kadar değiştirebilir? 


Bir kedi hayatınızı baştan aşağı değiştirebilir...

Size sorumluluk yükleyebilir, karşılıksız sevmeyi öğretir, sizi iş sahibi yapabilir, hatta onun sayesinde dünyanın en çok tanınan sokak müzisyeni olabilirsiniz.

Onun yüzünden gelecek endişeşi taşımaya başlarsınız. Yalnız olmadığınızı hissedersiniz. Uyanmak için, çalışmak için, yaşamak için bir nedeniniz olabilir. 
Nedenden çok belki de bir umut..

Evet, evet yanlış okumuyorsunuz... 
Hepsi bir kedi yüzünden…

*********

James Bowen, Londra sokaklarında gitar çalıp şarkı söyleyerek geçimini sağlayan biri. Çocukluğunda anne-babasının boşanması ve annesinin yanında sürekli seyahat etmesi nedeniyle ailesi ile ilişkileri zayıf. Avustralya'da yaşayan annesinin yanından ayrılıp İngiltere'ye gelmiş. Bu arada da uyuşturucuya başlamış. Uyuşturucuyu bırakmaya çalıştığı sırada da hayatına yeni biri girmiş.. 

İşte her eve lazım bir sokak kedisi olan Bob ile Bowen'un hayatları böyle kesişiyor.

Bowen, yaralı bulduğu Bob'u iyileştirdikten sonra birbirlerini iyice benimsediklerini fark ediyor ve Bob'u yeniden sokaklara bırakamıyor. 

Bob için daha iyi bir insan olmaya başlıyor..

Kitabın içinde insanlara dair bizzat Bowen'un yaşadığı olaylar insanı derinden yaralıyor.. Insan her yerde ne kadar acımasız dedirttiyor.


Sırf sokaklarda gitar çalarak geçimini sağlayan birine beleşçi gözüyle bakılması, geçimini dergi satarak sağlamaya çalışanlara "dilenci" muamelesi yapılması, kendinden daha düşük bir düzeyde yaşadıği için insan yerine konulmaması...

İşte; Bowen bu şartlarda yaşarken Bob hayatına giriyor, iyi ki de giriyor...

**********

Sıcak, naif ve güzel bir dostluk hikayesi okumak isterseniz, Sokak Kedisi Bob tam size göre… 

James Bowen’ın Bob ile tanışma hikayesi ve birlikte başlarından geçen olaylar keyifle okunuyor. Tabii onları burda anlatmak olmaz. Bob, James’e sadece şans getirmekle kalmıyor, ona bir de servet de kazandırıyor -)) 

James Bowen’ın Bob’u anlattığı kitabı, tüm dünyada 22 dile çevrilmiş ve aylarca en çok satanlar listesinde kalmış.




Bu arada yolu Londra’ya düşenler Bob ile James Bowen’ı yakından tanıyorlarmış. Bowen, Bob ile birlikte her gün otobüsle yolculuk ediyor, omzunda kedisiyle sokaklarda dolaşıyor ve metro çıkışlarında gitar çalıp şarkı söylüyor. 

Kitap çıkmadan önce Bowen ile Bob Londra’da meşhur olmuş zaten. Onları görenler fotoğraflarını ve videolarını çekmeden yollarına devam edemiyorlarmış. Benim gibi yolu Londra’ya düşmeyenler, Youtube’tan bu ikilinin videolarını izleyebilirler -)

Aralarındaki bağı ve birbirlerine duydukları sevgiyi okumak çok güzeldi... 

Kedi seviyorsanız, gerçek hikayeler seviyorsanız alın hemen okuyun derim..

Ayrıca kitabın kapağına ve iç tasarımına değinmeden edemeyeceğim. Ön kapağındaki yazıların ve arka kapağındaki patilerin kabartmalı oluşu çok hoşuma gitti. Ön ve arka kapaklardan sonraki kısımlarda su yeşili üzerine beyaz patili bir kaç sayfa vardı, onları da çok sevdim..-)

Umarım tüm insanların Bob gibi dostları olur.

********

Ben öyle şanslı insanlardanım.. Benim Rukiye, Düriye, Badem ve en son aramıza katılan Şakir.. Hepsi sokaktan sahiplendiğim, birbirinden farklı hikayesi olan kedilerim..

Sen onlara ne öğrettin, deseniz.. Ben pek bir şey öğretmedim.. Ama onlar bana çok şey öğretti... 

Sorumluluk duymayı, karşılıksız vermeyi, paylaşmayı, başka bir can için endişelenmeyi, kaygı duymayı, korkmayı... Ama galiba en önemlisi karşılıksız sevmeyi öğrettiler.. 

Ister tırmalasınlar, ister bir şeyleri kırsınlar, beni kızdırsınlar fark etmez ne olursa olsun sevmekten vazgeçemeyeceğim 4 can dostum, bir de Gofret'im var tabii-)

Kedi ya da köpek sahibi olmak insanı daha vicdanlı daha duyarlı biri yapıyor... Daha duyarlı daha vicdanlı olan biri sadece sokak hayvanlarına değil; yaşlı insanlara, sokak çocuklarına, engelli vatandaşlara herkese her şeye karşı daha duyarlı oluyor. 

Ha bu ülkede daha duyarlı daha vicdanlı olup yaşayabilmek zor.. Hep bir tarafının acıması, kanaması... 

Ama olsun; bir şeyler yanlış gidiyor diye biz biz olmaktan vazgeçmeyeceğiz..




***********

                   BUNLAR DA BENIM BOB'LARIM  






               







12 Aralık 2014 Cuma

SARAH JIO || MART MENEKŞELERİ


Bir kadının yüreği sırlarla dolu bir denizdir...

Emily Wilson, kocası Joel’in başka bir kadını ona tercih ettiğini öğrenince büyük hayalkırıklığı yaşar. Biraz kafa dağıtmaya  yengesi Bee’nin yanına Bainbridge Adası’na gider. Mart ayını orada geçirmeye karar verir.

Yengesinin evinde bulduğu 1943 yılına ait kırmızı kadife kaplı günlük onun burada geçirdiği günlere eşlik eder. Hikayede işte tam da burada başlıyor! 

Acaba günlük kime aittir? Hikaye gerçek midir yoksa bir roman taslağı mıdır? 

Bilinmezliklerle doğru başladığı yolculuk Emily'i hem büyülü bir aşk hikayesine hem büyük bir aile sırrına hem de yazmayı planladığı yeni romanına götürür..



Sonsuza kadar bir kişi sevilemez miydi? Kimse verdiği sözü sonsuza dek tutamaz mıydı?

Mart Menekşeleri; daha ilk andan itibaren sizi alıp kendi dünyasına götürüyor.. O büyülü dünyada sadece Emily değil sizde kayboluyorsunuz..
Merak duygusu hiç peşinizi bırakmıyor..  Bir sonraki sayfanın merakıyla bir günde sayfalarca okuyabilirsiniz..
Hikaye içinde hikaye tadı vererek, sizi bağlıyor.
Olayların döngüsü açıkçası beni çok şaşırttı; özellikle Bee beni afallattı. Kitap öyle güzel bir hikayeyle harmanlanmış ki; okurken heyecandan duramıyorsunuz.
Özellikle son 100 sayfayı bir solukta okudum.. Kitabı elimden bırakamadım..

Ben böyle sürprizli hikayeleri, sonunu tahmin edemediğim kitapları seviyorum.. Evet, sonunu tahmin edemedim!
 
Dikkat ederseniz; daha öncekiler gibi konudan çok bahsetmedim. Sürprizlerle dolu bu kitabı, -şayet hala benim gibi okumayanlardansanız- kesinlikle okuyun derim..

Büyük aşklar zamana, kalp ağrısına ve mesafelere meydan okur. Her şey kaybedilmiş gibi görünse de gerçek aşklar yaşamaya devam eder.


Hem gizemi hemde aşkı barındıran Mart Menekşeleri, belki bir edebi eser değil ama kesinlikle okunması çok keyifli bir kitap...
Tam da bu havalarda; sıcacık içeceğinizi yudumlarken, battaniyenizin altında, rahat koltuğunuzda merakla ve hızla okuyacağınız çok keyifli bir kitap...

Aşk, zorla tomurcuk vermesini istediğin bir sera çiçeği değildi. Aşk, yol kenarında beklenmedik şekilde açan bir çiçekti.


Hamiş: Italik yazılanlar kitaptan alıntıdır.

8 Aralık 2014 Pazartesi

İnci Aral || SADAKAT




Aşk bir rastlantı diye düşünüyorum, sonuç kime rastladığına bağlı

Azra cezaevinde...
7 yıllık kocası Ferda'yı öldürmekten tutuklu..
Avukatı ona bir defter getiriyor..
Hatırladığı her şeyi yazmasını söylüyor.. 
İşte kitap böyle başlıyor..

Her şey bir masal gibi başlar..
Bir gece bir davette karşılaşırlar..
Azra, Ferda'ya aşık olur..
Ferda da ona... He Ferda, Azra'nın sahip olduğu arsaya da kayıtsız kalamaz.
Ve mutlu son.. Evlenirler. 

Ama masallardaki gibi işte böyle devam etmez.

Azra’nın babasından kalma evde mutluluk maskesi takmış bir evliliğin içinde yıllar geçer. 

Ve bir gün biter...

Bitti deyince, biter mi peki aşk? 

Kitapta bitmiyor, saplantı haline geliyor. 

Azra, tüm gücünü bir erkeğin varlığından alan kadınlardan.. Aşkı dibine kadar yaşayanlardan.. Ama kendi başına.. Erkekten bağımsız..

Azra aşka kendini ne kadar teslim ediyorsa, Ferda da o kadar kaçıyor. Güven ve sadakat konusunda oldukça esnek olan Ferda'ya karşı, Azra bağımlı, tutuklu..

Azra’nın ilişkiyi bu kadar zorlaması ve başına gelen olaylar zaman zaman gerçek üstü gelse de sadakatsizliğin insan ruhunda açabileceği yaraları akıcı bir anlatımla ortaya koyuyor yazar.

İnci Aral, bu romanında “sonsuza dek” yalanıyla kandırılmış bir neslin tekeşliliğe bakışını çok güzel anlatıyor.

Azra gibi sıradan bir kadının güvensizliği, Ferda gibi kolayca kadınları etkileyen bir erkeğin yanında sürekli artmak zorunda kalıyor.

Azra’nın güvensizliği onu daha baskıcı, daha hoşgörüsüz yaparken, Ferda için kaçma nedeni oluyor. 

İnci Aral; Azra ve Ferda karakterlerini genellemeler dışında geliştirmeyi başarmış, hiçbir klişelere düşmeden, karakterlerine kişilik kazandırmış. 

Azra gerçekten de çok sıradan bir kadın iken, takıntılı zihniyle sıradışı bir kişilik kazanıyor... 

İnci Aral’ın hep insanların iç seslerini çok güzel dile getirdiğini düşünmüşümdür. 

Sevileceğini tahmin ettiğim, sürükleyici ve düşündürücü bir roman.

Asla umduğunuz gibi bitmeyecek...

Keyifle tavsiye ediyorum...


Aşk geçer, sözleşmeler bozulabilir. Sonsuz sadakat olmaz. Sadakat insanın kişisel özgürlüğünü sınırlayan bir zorlamaya dönüşmemeli...



Hamiş: İtalik yazılar kitaptan alıntıdır.


1 Aralık 2014 Pazartesi

Hoşgeldin Aralık


Ho ho ho...
Geldik kutlaması en bol, en renkli, en şenlikli aya..
Yılın son ayına geldiğimize inanamıyorum! Nereye gitti bu koca yıl? Oo la la, geri sayım başlasın!!

Merhaba Aralık,
hadi gel seni muhteşem yapalım..

Öyle bir dört hafta yaşat ki..
Geride bıraktığın 11 aya bedel olsun..
Ya ne şahane bir seneydi şu 2014 diye bahsedelim senden...

Sürprizlerin birbirini kovaladığı, 
Mutsuzların mutlu olduğu,
Enerjimiz bol,
Sevdiklerimiz hep yanımızda,
Rızkı bol, 
Sağlıklı,
Hangi süper habere daha çok sevinsem diye şaşıracağımız,
Kalbi güzel insanlarla karşılaşacağımız,
Çoğaldığımız, 
Bi Aralık ol..

Madem en sonuncusun, en iyisi ol, de mi?

Nefes gibi gel, eyyy Aralık!! 



Hamiş: hep dediğim gibi..
Kitabınız, kediniz, kahveniz, kahkahanız bol olsun!!